16 Ağustos 2017 Çarşamba

32. Hafta




Zaman hızla akıp geçerken gün geçmiyor ki yeni bir erken doğum haberi almayalım. İşyerinden bri arkadaşımın eşi 36. haftasında doğurdu.Doğuma hazırlık grubundan bir arkadaş 38. haftasında doğurdu. Yine aynı gruptan bir arkadaşın arkadaşı 35. haftasında doğurdu.  Bir telaş bir telaş, ne oda var, ne giysisini yıkadım, ne evi derledim topladım. Gelince bu çocuk nere gelcek, ne olur erken olmasın diye içimden geçiriyorum. Bu ara haftasonu evde olmak bana iyi geliyor, şans ya da sanşsızlık her iki taraftan da bakılabilir; yaz döneminde hamile olmanın en büyük dezavantajı haftasonu evde olmadığımız için evi toplayamamak olduğunu söyleyebilirim. Ha bu arada kesin bilgi, yayalım, benim evim toplanmıyor arkadaş! Kabul etmem lazım. Bebe de kendini alıştırsın, yok mikrobundan sakın, yok antibakteriyel zımbırtı kullan falan, ı ıh, beni evde olmayacak. Zaten öyle bir yaşamım yok o ayrı, ama bebek için de deli özen gösteremeyeceğim. Zaten evde uçuşan kuş tüyleri, keditin kılı, benim saçım derken zor o işler zor.

Ha ama instagramda düzenli evler temalı bilimum sayfaları takip ediyor, zihnimdeki evimde hayata geçiriyorum. Sayılır mı? I ıh mı?

Hayalimdeki ben. 
32. hafta demek çalışan gebe için bir dönüm noktası demek. Bu haftada doktor tarafından çalışabiliyor musun, çalışamıyor musun, değerlendirme yapılıyor gebe. Haftasonundan iki gün daha yırtalım diye -bkz. küçük hesaplar insanları- tahmini adet tarihini cumadan pazartesiye aldırdık. Geçtiğimiz pazartesi de hastaneye gittim. Doktor kontrol etti, gelişim normal ıvır zıvır, her şey yolunda yani. Sonra kiloma baktı. 8 kg aldım. Kendi beklentimin biraz üstüne çıkmış durumdayım. Doktor da şöyle bir baktı, boyumu sordu. Accık hobbit tipli bir insan olduğum için boyum kendisi için ilgi çekici olmadı ve bombayı patlattı:

D: Sen normal doğuracaktın değil mi?
G: Ehe ehe, bir terslik olmazsa... (İç ses: Aslında talebim doğal doğum ama sizde o vizyon var mı bilmiyorum.)
D: Senle 40. haftayı beklemeyelim bence.
G: Ehe ehe, kısmet!

Shire'dan gelmişem, size selam getirmişem. (Pinterest)
Odadan çıktıktan sonra rapor verebilmesi için nst, kan ve idrar tahlili alınması gerektiğini söyledi. Nstye adımı yazdırdım, tatlı(!) hemşiremiz nst hakkında bilgilendirme yaptı. Saygı dolu bir şekilde emir kipi içermeyen (hıhı) cümleleriyle bana nstye girerken çocuğum varsa onu getiremeyeceğimi, artık her kontrole geldiğimde oraya önce gidip ismimi listeye yazdırmam gerektiğini, tok gelmemi, ve öncesinde meyvesuyu içmem gerektiğini söyledi. "Emredersiniz efendim." deyip saygımı bozmadan ismimi yazdırdım ve tahliller için aşağı kata indim. Ivır zıvır işleri hallettikten sonra yeniden yukarı çıktım ve nst işlemleri başladı. Feci sıkıcı, ve yatırdıkları sedye de inanılmaz rahatsızdı. Katır kutur olmuş vücudum dile gelse "Kalk gidiyoruz." falan derdi herhalde. Her adımında uyumlu olan bebik burda da uyumlu bir şekilde emre itaat etti, sonuçlar normal çıkacak şekilde gerekli hareketi sağladı sanıyorsam. Dümdüz yatarak geçen yaklaşık 25 dk sonunda hemşire beni azat etti.

Nst'de geçirdiğim zaman içinde doğuma hazırlık grubundaki kızlarla hemen gıybet döndürdük. Doktorumu tabii ki şikayet edecektim, nitekim beklemediğim bir şey değildi doktorun bu tavrı, müdahale edecek ve gereği var mı yok mu bunu da değerlendirmeyecek biliyorum. Çünkü hızlı olsun, çünkü zaman kıymetli. Çünkü benim bedenim ne yazık ki onun çok da umrunda değil. Bu gidişle taş çatlasın 12 kg almış olacağım doğum zamanı gelene dek. Boyum da 1.55-1.60 cm arası. Doğuramaz mıyım yani? Daha 32. hafta içindeyken "Biz 40'ı beklemeyelim seninle." demek ne kadar doğru? Neden beklemiyoruz, söylediği kadarıyla gözlediği başka bir sıkıntı yok, sorun yok, neden müdahale ediyoruz? Belki bebek hazır değil daha, belki erken hesaplandı bebeğin döllendiği tarih, neredn biliyoruz?

Dediğim gibi beklediğim bir şeydi, doktorun böyle bir bomba patlatacağını öngörüyorduk. Kızdım ama etkilenmedim. Çünkü şu an için başka bir planım var. Kendisine takibe gitmeye devam edeceğim ama İzmir'de doğurmak ilk tercihim şu anda. Bir komplikasyon olursa kalırız burada sorun değil. Fakat alternatif üretmek güzel. Ve beni rahatlatıyor.

Velhasıl, raporumu aldım, 37. haftaya dek çalışabiliyorum, ama çalışmıyorum. Yani, çalışmayacağım. Çünkü yaşasın senelik izinleer!

Bilerek bu sene izin kullanmadım, geçen yılan kalan 19 gün iznim var bir de üstüne kurban bayramı ile zafer bayramı birleşti, hükümet de kombo çekti, 10 gün de oradan geldi, oldu mu sana 29 gün. Ayarladım ve tam 37. hafta raporumu alacağım haftaya kadar izinli olacağım. Sonra da mecburi izin. 40 ve sonrasında gelirse bebek ne ala, ama 38 sonrasına anlaşalım bence. İyi olacak. Sabahları ayaklarımda o kadar tuhaf bir his ile uyanıyorum ki, sanki ayak benim değil. Boşuna Hobbit demiyoruz ama gözümü kapatınca canlandırdığım şey o. Benim minnak, nane şekerini anımsatan kibar tırnaklı ayaklarım toynak hissinde. Sırtım belim tutulmuş, sürekli çişi var halde dolaşan bir tip oldum. Kadınlar doğum sonrasını düşünüyor elbette, o zaman hem kendin için hem bebek için daha önemli. Ama zormuş. 30dan sonrası artık vücut sinyal veriyor, yavaştan inzivaya çekil bence diye.

Hala gece düzgün uyuyabiliyorum. Sıcağa rağmen, bu da çok iyi. Uykusuz kalmak beni deli ediyor, bu kadar ağırlığa bir de uykusuzluk yaşıyor olsaydım, sevimsizleşirdim sanırım.

Cuma gününden itibaren iş meselesini bir süreliğine kapatacağım. Bakalım ne kadar sürecek; izinler, bakıcılar neler gelecek başımıza, evde durmaya ne kadar katlanacağım, dönmek isteyecek miyim?

Ahahaha, bu arada, daha önce challenge accepted demiştim, yıkanabilir bebek bezlerinden aldım. Gelsin kakalı popolaaaar!

Hastane süsü, boku püsürü ile uğraşmaya pek niyetli değilim, piremses ana ve piremses bebek temalı şeyler pek beni cezbetmiyor ama öte yandan bir iki kibar yiyecek içecek hazırlarsak -bkz. lohusa şerbeti- fena olmaz gibi düşünüyorum. Sanırım bunları izne ayrıldığımda düşüneceğim.




7 Ağustos 2017 Pazartesi

31. Hafta



Çok dillendirdim nazara geldim. :D

Ay şöyle iyiyim, böyle fırlamayım, koşarım, uçarım, kaçarım dedim dedim, bir yorgunluk, bir afakanlar basması, bir fenalıklar falan.

Geliyorum diyor artık bebek. Son dokuza girdik ya, inanamıyorum, nasıl da hızlı geçti.

Hamilelik öncesi yapmak istediğim şeylerin hiçbirini yapmadım. Aktı gitti zaman sadece. Ne deli gibi kontrol ettiğim beslenme günlüğüm vardı, ne ota boka fotoğraf çekilmelerim; ne kuralcılığım kaldı ne de başka bir şey. Fazlaca geyiğe vurdum ben hamileliği, zor da değildi yalan yok, ne ilk üç ayda ne ikinci, ne de şimdi için diyebilirim ki beni benden aldı, benden çok şey götürdü. Her zamanki ben olarak ve daha çok sağduyulu aslında, geçirdim zamanımı.

Artık bebek daha gerçek, hayatımıza dahil olmasına daha çok alıştım. Anne olmayla ilgili hiçbir duygum yok -hala- ben de böyle olacağım sanırım.

Kayınvalidemin diktesine karşı çıkar gibi: "Anne olunca anlamıycam!"

Geçen haftadan itibaren sıcak kötü etkilemeye başaldı. Uyku halim geçmiyor, domestik dürtülerim uçmuş durumda, bıraksalar evi baştan aşağı yeniden düzerim, o derece çoşuyorum. Ama genelde fikren. Eyleme döktüğümde iki raf temizleyip ahlamaya oflamaya başlıyorum. Beden kaldırmıyor artık.

Ay pişik oldum ben yaa! Bacaklarım kalınlaşmış galiba, geçen yazıda bahsetmiştim, elbise giyince göt göbek ne alemde anlaşılmıyor tabii, sıcaklar artınca sen sürtünmeden bir acımaya başla! Bir kızar, yara ol! Bebeden önce ben pişik kremi ile tanışık olacağım bu gidişle. Şimdilik pudra ile idare ediyorum ama elbise giymenin de böyle bir dezavantajı varmış demek ki. Yaşamadım daha önce, ne bileyim.

Gece çişe kalkmaya başladım. :S O da büyük ihtimalle sıcaktan uyanıyorum, sonra otomatik olarak çişim geliyor, sonra kedi uyanıyor, ben tuvalete gidip geliyorum, sonra kedi koynuma yatıyor, gırlıyor, sıcakta ben havale geçiriyorum ama onun kürkü sağlam olduğu için adam beni soğuruyor. Sonra benim uyku boka sarıyor. Geçen haftanın tipik döngüsü. Emzirme döneminde iki çocuklu hayat yaşayacağım ben, uykusuz heeerr geceeee!

Sırtüstü yatabiliyorum ama. Yine sebebi sıcak, sırtüstü yatmak daha rahat geliyor. Yayabiliyorum vücudumu.

Denize girmeye devam ediyorum. Ama geçen haftasonu çok salakça bir şey yaptık. Macera evet ama gerek var mıydı, yoktu aslında. Haftasonu burada fırtına ve yağmur vardı. Biz de kocamın ailesinin yazlığındaydık. Sabah hava çok güzeldi, sakince denize girdik çıktık. Öğleden sonra hava bozmaya başladı. O kadar boğucu oldu ki o sıcakta evde duramadım, hadi denize gidelim dedik. Yoldayken gökyüzü iyice karardı. Attık çantamızı bir şemsiyenin altına, denize koştuk. Birkaç dakika sonra pıtır pıtır damlalar düşmeye başladı. Sevindik. Yaz yağmurunda denize girmek pek keyiflidir, suyun altında damlaları hissetmek, yüzmek çok iyi hissettirir. Derken o damlalar biraz can yakmaya başladı. Ama yine gülümsemeye devam ettik. Sonra biraz daha biraz daha derken neredeyse bir adım öteyi göstermez hale geldi yağmur. Yanımda duran kocamı görememeye başladım. Yavaş yavaş kıyıya doğru seyreltmeye başladık, tam o sırada denize yıldırım düştü! Aklımız çıktı, gök gürültüsünü duyana dek öyle bir depar attık ki, bir yandan kafamıza kocaman yağmur damlalarını yiyor bir yandan da kıyıya doğru koşuyorduk. O yıldırım yakınımıza düşseydi...

Tam olarak şöyle bir şey gördü gözler


Kıyıya çıktık, o anda kum fırtınası başladı. Şemsiyenin altında bütün eşyalarımız sırılsıklam olmuş, biz birbirimize sokulmaya ve kumdan kendimizi korumaya çalışıyoruz. Kum her yerimize girdi, bacaklarımızı resmen dövdü, eve gittiğimizde küçük kızarıklıklar vardı bacaklarımızda.

Biraz rüzgar hafifleyince kumsaldan çıkmaya başladık ve yavaş yavaş aklımız başımıza geldi. Dolu yağsa, yıldırım yakınımıza düşse, sahildeki şemsiyeler uçsa, demiri bir yerimize girse, kum daha zarar verici boyutta olsa...

Her şey taş çatlasın beş- yedi dakika arasında oldu bitti. Sonra yine bulutlar aralandı, güneş çıktı, hava mis gibi oldu.

Deli adrenalin ama, sıkıcı geçen hafta sonunu coşkulandırmış oldu yağmur. Ama yine de; "Evde denemeyin!"


2 Ağustos 2017 Çarşamba

Gebelikte kışa hazırlık


Bu yazıyı yazarken kendimi tutamayıp kıf kıf kıf diye gülüyorum. Derdin mi yok, işin bu mu diye sorarsanız, hak veririm. Ama benim de kafa bunlara çalışıyor.

Bir dolaplar çevirirken ben


Sonuçta doğururken epidural almak yerine şarap içmeyi planlayan biriyim. Şampanya da olabilir. Az önce yeni doğum yapmış bir iş arkadaşım odaya geldi, süt sağmak için, "N'aptın, hastane çantasının hazırladın mı?" diye sordu. "Eeeeööömm, daha 30. haftadayım ben yaa!" dedim. "Olsun olsun," dedi, "Her an acil bir şey çıkabilir, yanına neler alman gerekiyor, biliyor musun?" dedi. Kendimi sözlü için tahtaya kaldırılan ve bir bok bilmeyip saçmalayan İnek Şaban gibi hissettim; aklıma ilk gelen şey ise bir şişe kırmızı şarap oldu.

Hastane çantaaasııı??!!

Bir yandan aklım bana "Artık hazırlanmaya başla, en azından kafanda bir şablon olsun." diyor, öte yandan hamile olduğumu bile yok saydığım zamanlar oluyor, "Yek yeaa, bira göbeği olm bu." diyorum. Akşam eve gelip de yemek yedikten sonra benim şarj sıfırlanıyor, bildiğin dükkanı kapatıyorum. Ha, salak gibi niyeyse her gün erken uyuyacağım dediğim halde yine 12'yi görüyorum ama elle tutulur hiçbir şey yapmıyorum. Bu işte bir terslik var ve ben anlayamıyorum.

Bunu ben kocama da kullanmış mıydım? 

Neyse, konuyu dağıttım, bok ettim, ne diyordum, kışa hazırlık. Bildiğiniz gibi domates biber salçaları, erişteler, tarhanalar, turşular, konserveler, kuru sebzeler mevsimi çoktan geldi. Biz de bu işin bir ucundan tutalım dedik, ve likör yapmazsak eksik kalırız diye hunharca vişne aldık. Galiba yazmıştım, ama yazmamış da olabilirim, bazen uydurduğum şeyleri de gerçek sanıyorum, olabilir, gebelik diyoruz.

Her blogcunun bir gün başına geldiği gibi, yazacak bir şey bulamama halinden ben de istifade ediyor ve hemen tarif verme hakkımı kullanıyorum. Bunun bir sonraki adımı blw ile gelecek, hemen hesaplayayımmmm, yaklaşık 8 ay sonraya tekabül ediyor. Ha, öncesinde lohusa kurabiyesi, şerbeti, süt arttırıcı tırı vırı şeyleri de olabilir, ruh halim ve anaçlığımla doğru orantılı olarak göreceğiz hep birlikte.

Malzemeler:

*Vişne
*Vodka
*Şeker


Bu yazı ile birlikte kendi adıma bir ilki daha gerçekleştiriyor, kendi çektiğim fotoğrafları kullanıyorum. (Oooo, ne biçim olay!)



Vişneleri yıkıyor, mümkünse çekirdeklerini çıkarmıyoruz. Birincisi üşengeçlik, ikincisi de martini bardağında ikram edilen zeytin tanesi gibi likörle birlikte vişneyi dağılmadan ikram edebilmek.


Kendimizce uygun bulduğumuz bir şişeye ya da kavanoza vişneleri yerleştirdikten sonra üzerine bir miktar şeker serpiştiriyoruz. Şekeri en son da koyabiliriz, sırası fark etmiyor. İstediğimiz tatlılık durumuna bağlı olarak miktarı azaltıp arttırabiliyoruz. Daha karizmatik bir şişe aramıştık ama elimizdeki turşu kavanozuyla kış hazırlığı nostaljisini daha derinden yaşayabiliriz diye şişeden vazgeçtik. Hıııhııımm.



Sonra vişnelerin üzerine vodkayı boca ediyoruz. Ben görülen kavanozun üzerine 70+40 cl civarında vodka ekledim sanırım. Vodka yerine muadili olabilecek başka türlü alkoller de kullanılabilir. Bir sonraki sefere etil alkol ile yapmayı planlıyorum. Bakalım, performansa göre değerlendireceğiz.

İkincisi ise nane likörü. Tarif için; bkz.

Malzemeler: 

*Nane
*Vodka
*Şeker



Anneannemin bir nanesi var. Peppermint denilen sakızlarda kullanılan mentolü güçlü bir nane. Ben de saksıya alıp çoğaltmıştım, bir süredir bekletiyordum. Dün budadım, bir avuç kadar nane çıktı, onu da nane likörü için yıkayıp yaprakları kuruladım.


Kavanozun yarısına kadar geldi naneler. Üzerine bir kaşık şeker ekledim. Yaklaşık bir ay sonra sıvı süzülecek ve yeniden şeker eklemesi yapılacak, tarifte bu aşamada şeker yok ama ben yine de koydum.


Nanelerin üzerine kalan vodkayı ekledim. Sanırım biraz daha vodkaya ihtiyacım var, onu da ikinci partide eklemeyi planlıyorum. Bakalım, iyi olacak mı?




 Nane likörünü bir ay sonra alıp şerbet ile tatlandıracağım. Vişneyi ise yeniyılda ancak görürüz, bir süre unutmak gerekiyor kendisini.


Likörlerin karanlıkta kalması ışık ile temas etmemesi gerekiyor. Karanlık bir dolaba koymadan önce bir de aliminyum folyo ile kapattım ki garanti olsun.

Yaa, işte böyle. Bebekli hayatın hazırlıklarını da kayınvalide ile annem hallediyordur. Kessin bence. Daha salça yapacak kadar yaşlanmadım, değil mi? :)