31 Temmuz 2017 Pazartesi

30. Hafta


En son "Hafta hafta hamilelik" yazılarını yazdığımdan bu yana beş hafta geçmiş. Başlarda değişimi keşfetmek daha kolaydı, şimdi ise gebe olmak sanki hayatımın bir parçasıymış gibi hissediyorum. Kendiliğinden kilo almak nasılsa bu da onun gibi bir şey işte. Bacaklarım kalınlaştı, galiba kalçam da kalınlaştı. Pantolon hiç giymiyorum, elbiseler efil efil, hava zaten üçbin derece. Öyle olunca kalça genişlemesini keşfedemiyorum. Kocama sorduğumda kendisi için bir sakıncası olmadığını söylüyor. Uuu beybi. <3

O değil de kendisi benimle birlikte deli kilo aldı. Hatta ben doğru düzgün kilo almadım, ama onun göbeği uçtu gitti.

Ben hamileyken kocam.

Hamile olmak beni biraz daha uyumlu bir insan yaptı. Sanırım... Hedef haline getirdiğim tek bir insan var, bir iş arkadaşım. Eskiden beridir sevmezdim, iş ahlakı kesinlikle olmayan afedersiniz kaypak bir insan. Devlet memuru olmanın bütün kaymağını yiyen, idarecileri güzelce kafalayan, iş yıkmaktan gocunmayan, hatta iş bilmeyen, bir işi bir milyon kez anlatsan da kazık kafasına sokamayan, emekliliğine gün sayan (daha bi' on yıla yakın zamanı var ama) tipsiz, çirkin, uyuz bir tip. Çıkarcı, bencil. Daha sayarım var ya. Çok sayarım.

Eskiden de takardım, ama bu hamilelikle birlikte kendimi korumaya almakla alakalı mıdır, bilmiyorum, gözüme gözüme giriyor bütün yaptıkları ve yapmadıkları. Ona karşı inanılmaz tahammülsüzüm. Başka da kimseye karşı bir sıkıntım yok.

İş yerinde artık biraz daha rahat tutmaya çalışıyorlar beni. Hem idareciler hem de çalışma arkadaşlarım. Görüşmelerimi üstlenenler var, hoşuma gidiyor ama öte yandan kendimi elden ayaktan düşmüş gibi hissediyorum. Ama iki hafta sonra senelik izne ayrılarak iş yeri meselesini kendim için bir süreliğine kapatıyorum.

Ücretsiz izin konusuna yeni bir değişken dahil oldu. Bizim yakın bir arkadaşımız doğu görevi sebebiyle artık bu ilden ayrılmış olacak. Kızçelerine bakım veren, çok memnun kaldıkları, her durumda yere göğe koyamadıkları bir bakıcı teyzeleri var. Tam benim doğum yapacağım dönemde arkadaşlarımız da tayin gitmiş olacaklar ve bakıcı teyze boşa çıkmış olacak. Düşündük ki eninde sonunda bakıcı desteği almak zorundayız. Hedefim ilk bir seneyi bebekle beraber geçirmekti. Ama şimdi bir sene sonrasına teyzeyi boşta bulma ihtimalimiz olmayacak büyük ihtimalle. Kaçırmayı göze alabilir miyim, bilemiyorum. Güvenilir birini bulmak çok zor.

Eskiden nasıl beklentilerim vardı; bebeğe bakacak kişinin kalifiye olması yönünde nasıl araştırmalar yapacaktım, dolu kriterim vardı, mıymıymıy bir sürü şey düşünüyordum. Ama şimdi pek çok şeyden kısmak zorunda olduğumu, beklentilerimin gerçekle asla uyuşmadığını görüyorum. Aslında bu canımı çok yakıyor, ama deşmiyorum. Bunu yaparsam eminim ki çok üzüleceğim, çok yıpranacağım.

Bakıcı teyze deyince de hep aklıma şu hikaye gelir:

"tek kelime fransızca bilmediğim halde iş için gittiğim fransa'da, iş yerinin fransa'da yaşayan türk ortağı ve ben, işini yaptığımız firmanın sahibi tarafından yemeğe davet edildik. ertesi sabah erkenden dönecek olmam ve sıfır fransızca nedeniyle pek sıcak bakmamama rağmen, türk ortağın ''bu şekilde bir jesti reddetmen yanlış anlaşılır'' uyarısı ile adamın evine gitmek zorunda kaldım. ev lüks bir semtte ve gayet güzel bir bahçesi olmasına rağmen oldukça sade döşenmiş bir evdi. fransızların meşhur, yemekten önce şarabı, yemek şarabı, yemek sonrası şarabı üçlüsüne takılıp, ara sıra hem onların hem de benim pek iyi olmayan ingilizcemizle iletişim kurmaya çalıştık.

koltuklara geçip konyak-kahve ikilisinin tadını çıkarırken, salona 4-5 yaşlarında bir çocuk girdi. sarışın mavi gözlü, annesinin kopyası sevimli bir çocuktu. aile orada olmasını istemiyorduı. ''piyer hemen odana '' gibi çocuklar duymasın vari cümleler kurduklarını tahmin edebiliyordum. ''oh mami no'' ,''pağlevisyon, televizyon'' gibi cümlelere, ailesinin, ^noğğ piyeğ televizyon zamanı değil şimdi'' diye yanıt verdi *

neyse bu sevimli çocuk, beni fark etti ve; ''mami bu amca kies?'' diye sorarak yanıma seğirtti. aile tedirgin oldu ama ben hemen onunla oynamaya başladım. bebe ile gayet iyi anlaştık. hatta ben koltuktan yere indim bebenin arabaları ile oynuyorum. arabasını koltuktan aşağı sallayıp yere çakılması temalı, salak çocuk oyunlarından birini oynarken, araba yere çakıldığında çocuk ''hobereyyy'' gibi bir ünlem çıkardı. ben şaşırmama rağmen belki de evrensel bir 'hobarey' vardır diye çok takılmadım. 
biraz sonra çocuğa dikkatli bakınca yüzündeki kırmızılıkları fark ettim. kızamık mızamık endişesi ile aileden kimse yokken patrona ''ne olmuş bu çocuğun yüzüne kırmızı kırmızı ?'' diye sordum. ve hayatımın en dumur cevabını aldım.

aynen şu şekilde; ''zuccuk yediydim gabarcık oldum''.. 

cevabı patron değil çocuk vermişti. o kadar şarap, 1 haftadır yaşadığım iletişim kaosu, bir anda beyin amcıklaması geçirtti bana dona kaldım. patron halimi görünce gülme krize girip konyağı burnundan çıkardı. meğer çocuğun yaklaşık 3 aylıktan bu yana yozgatlı bir üniversite öğrencisi bakıcısı varmış. kız üniversite okumasına rağmen türkçesi ailesinin türkçesi gibi kalmış. geçen haftada türkiye'den gelen sucukları bebeye yedirince, bebe baharattan alerji olmuş..
sarışın mavi gözlü fransız çocuğu piyer, enşante, ekute, pağlevisyon derken ''zuccuk yediydim gabarcık oldum'' dedi ya. nesine yorum yapacaksın." 


Bizim teyze de Denizlili. Kesin şive vardır, biz de bir sene sonrasında benzer ünlemlerin ne anlama geldiğini yöresel sözlüklerden araştırmaya başlarız herhalde.

İçim çok rahat değil, oh be dediğim bir şey olmadı bu ama yine de "Eeeeh." diyebiliyorum.

***
Bir süredir kesi meselem var gündemde. Bahçe kedilerimden birinin gözüne ağaç dalı saplandı. Dört gün boyunca kedinin gözü tek gündemim oldu. Nasıl üzülüyorum, gebericem üzüntüden, dalı çıkartamıyorum, çıkartsam gözü zarar görecek mi onu da bilmiyorum. Her gün veteriner hekime gidip ağlanıyoruz, ne bok yiycez, çıkmıyo bu diye. En sonunda geçen cuma bana bir tavşan kafesi verdi. Kedi taşıma çantasını da denedik ama sokamadık. Pis inatçı, yakalamaya çalıştığımızı anlayınca kaçtı gitti. Karton kutu denedik, onu da beceremedik. En sonunda tavşan kafesi ve bir adet asker çocuk aracılığı ile "Yavrucum sen nerelerdeydin ki!!" nidaları eşliğinde kediyi kafese attık, doğru veterinere. Gözünden dal çıktı, nasıl büyük şans, gözüne bir şey olmamış. Mutluluğumu tarif edemem, yakın zamanda hiç böyle bir gönül rahatlığı, böyle bir mutluluk hali yaşamamıştım ben.

tipitip oğlum buna benzer bir şey işte. 
Şimdi artık antibiyotik krem sürüyoruz, o ve diğer gözü yaralı kedilerimle hekim gebe olarak yeni bir misyon edindim kendime.

***

Bu geçen zaman içinde en büyük hedefim sürücü belgesi alabilmekti. Nisan ayından beri hayatımda olan sürücü kursu ve direksiyon dersleriyle 22 temmuz itibari ile vedalaştım. Şaşırtıcı bir şekilde ilk seferde belgeyi hak ettim; şakalaşmalar ve biraz tırsaklık ile parkuru tamamlayıp hayırlı olsunlar eşliğinde bu göreve de tik atmış oldum. Hayatımdaki en büyük sınav desem yalan olmaz. O kadar uzun zamandır ertelediğim, yapamam dediğim, teşvik görmediğim için önemli de görmediğim bir şeydi ki bu; tek seferde olunca "Ay yaptım mı, vallaha mı?" diye sevgi kelebeği oldum. Buradan sınav esnasında bana kolaylık sağlayan komisyon üyelerine ve Kastamonu'da ikamet eden dayıoğluna selamlarımı gönderiyorum.


***
Çok yoruluyorum ve gün içinde çok uykum geliyor. Öğle arasında başlayıp mesai bitene dek uyuyabilirim. Tek bir koltuğun üzerinde hem de, özel bir yere ihtiyaç duymadan, çevremdeki gürültüye aldırmadan. Başımı bir yere yaslamam yeterli.

Bu ara zaten herkesin dilinde; "Ay canııııoomm, bol bol uyu, sonra çok arayacaksın." Bu konu hakkında yazmış, konuşmuş, ünlü düşünür bılogır analarının da bir milyon kez dile getirdiği gibi: uyku depolanmıyor anacıııımm. Keşşge olsa dediğinden, on kilo alır koyardım kenara, vallaha!

***
Ayıp olcak ama, genelde hamile kadınların cinsel istekleri ikinci üç aylık dönemde tavan yapar derler. Ay bu ara bana bi' haller geldi. :D Geriden mi geliyorum, nedir anlamadım. Geçen kocama isyan ettim, "Hep ben mi başlatıcam, azcık da sen bi' hareketlen." dedim. "Ne bileyim oram ağrıyo, buram ağrıyo, elleme, acıyor dedin, ben de n'apçağımı şaşırdım." dedi. Geçti balım o devreler, sen gel hele gel :D



***

Dün gene hunharca vişne ayıkladık. Parmak uçlarım incecik oldu ama çekirdek savaşını biz kazandık. Ev bildiğin olay yeri inceleme gibi. Kan revan içinde. Bugün de vişne likörü yapacağım, kışa hazırlık deyince illa aklımıza domates salçası gelmesin, değil mi?

***

Bebek ve hamilelikle ilgili yazacak bir şeyim yok yine. Kıpır kıpır, sürekli sarsılıyorum, her şey yolunda dedi doktor, sorun yok, sıkıntı yok, uyumama izin veriyor, gece bir milyon kez çişe kalkmıyorum, hala ayak parmaklarıma oje sürebiliyorum, kendi işimi kendim görebiliyorum. İyi gidiyoruz yani.

Çevremdeki motive edici arkadaşlar hamileliği rahat geçen gebenin lohusalığı da rahat geçermiş diye beni rahatlatmaya çalışıyorlar. Açıkçası eskisi gibi korkum da yok. Galiba gerçekten artık su akar yolunu bulur kafasındayım.

Biraz öğle uykusu molası.

Ve bu yaz için gördüğüm en güzel monte fotoğraf. Yiriiinnn...

onedio.com

21 Temmuz 2017 Cuma

Depreme din bağlamak



Yobazlığın farklı boyutlarını özellikle doğa olayları sonrasında fazlaca gözlemlediğimiz bu güzide topraklarda gün geçmiyor ki yeni bir heyecan yaşanmasın.

Ege olarak hep birlikte bahar bitiminden beri sallanıyoruz. Beşik gibiyiz. Manisa sallandı, Karaburun sallandı, şimdi de Gökova sallandı, hepimizin götü çıktı, "La noluyo?!" diye. Deprem esnasında "Bakiim, olay var mı?" diye balkonlara hücum ediyoruz, bi' tek elimizde çiğdemimiz eksik:

 "Eneee Süleyman Dayıgiller de sokağa çıkmış don atlet, koş Necla koş." .

Orijinal milletiz, kendimizi seviyoruz.



Bir de bu yere göğe sığamayan milletin her afet sonrası durumu maneviyatla ifade etmesini, "Kafirler, size ders olsun." söylemlerini, insanlar günah işlediği için bu durumun orada yaşayan kişilerin başına geldiği inancını taşımalarını ne yazık ki hala hayretle karşılıyor ve anlam veremiyorum. Ama bu güzide insanlarla aynı kara parçasını paylaşıyoruz işte. İnsanlığın ilk zamanlarından bu yana gelişme gösterememek de böyle acı verici. Evet bacım, allahım gazabı, işte bunlar hep seks, hep bu yüzden oluyor bunlar.



Aynı kafaların daha iki gün önce sele uğramış İstanbul ile ilgili tek bir çıkarımı yok elbette.

Bir İstanbul Masalı Bkz. Gülse Birsel

Ege bölgesindeyiz. Deprem kuşağındayız. Coğrafi yapıdan kaynaklı fazlaca aktif fay hattının bulunduğu bir yerdeyiz. Deprem olacak, kontrol edemeyiz. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Kontrol edeceğimiz şeyleri ise görmezden geliyoruz. Ne bir deprem çantası, ne bir toplanma yeri belirlemişiz kendimize. Ne evdeki dolabı duvara askı ile sabitliyoruz ne de yaşam üçgenini nerede kuracağımızı biliyoruz. Ne oturduğumuz binanın yapısını kontrol ediyoruz, ne de yüksekliğini.

Hep cehape zihniyeti


Bulunduğum ilde üniversite hastanesinin hemen altından aktif fay hattı geçmesi ve bu binanın mevcut yerine kurulmasına izin verilmesi mantıklı mı?

Sabah işe geldiğimde herkesin dilinde deprem vardı elbette. Maceralar maceralar; akşam uyumadık diyenler, sokakta sabahladık diyenler, kayınvalidenin köydeki evine gittik orda uyuduk diyenler, valla çıktım balkona yaktım cıgaramı diyenler, depremin büyüklüğünün daha fazla olduğunu ama milleti sindirmek için daha düşük ölçekli gösterildiğini iddia edenler -çünkü bunlar hep İsrail'in oyunu- önlem almamız gerekiyor diyenler... Yine bir kaç günlük konuşulacak konu çıktı hepimize diye düşündüm. Millet Bodrum'u boşaltmaya başlamış, tam tatile gitmelik zaman diyorlar, bayılıyorum bu kafalara.

Gelelim bu konunun gebeli kısmına;

İşe gelirken sabahın köründe telefonum çaldı, halacığım arıyor; "Piiiiireeeennseeesss nasııııııılll?"

Deprem olduğunu sabah olunca öğrenmiş, aklına da ilk biz gelmişiz ama bebeği soruyor. Kendisi bedenimde sürekli depremler oluşturuyor zaten diyemedim, "Çık iyi hılıcııım, ehe." diyebildim. Artık kavga etmiyorum.

Telefonu kapatırken de "Bebeği benim için çok çok öp." dedi. "Tımım hılıcııııımm." dedim.

Henüz doğmadığını ona söylesem mi, emin değilim.

Yine sabah iş arkadaşlarımdan biri "Ay, n'aptın, heyecanlandın mı, iyi misin, sorun var mı, bebek hareket ediyor mu?" diye panik halinde yanıma koştu. "Sakin ol şampiyon, all izz well." dedim.



Ha ben depremi nasıl karşıladım?

Sıcaktan salonda yatıyoruz ya, sallantıdan hafif bir mide bulantısıyla uyandım, karanlıkta görebildiğim kadarı ile kocam yerinde yatmıyordu, "Kocaaaaam" diye seslendim, sivrisinek yüzünden yatak odasına kaçmış, yalpalayarak hole doğru gittim, onun sesini duydum sonra evde kedi aramaya başladım. Kediyi de alıp yaşam üçgeni oluşturmaktı amacım ama ben kediyi bulana dek kocam beni mutfağa bulaşık makinesinin dibine yolladı. Sallantı geçtikten sonra yavrucuğumu masanın altında götü yere yakın, tırsmış, gözleri faltaşı gibi açılmış olarak buldum. Sanırım ömrü boyunca hissettiği en şiddetli depremdi. Ardından bir süre televizyona baktık, koeriyi kurcaladık, bir iki artçı daha hissettik ve derin bir uykuya daldık.

Aklımdan "Ya ölürsem." diye bir şey geçmedi. İlk aklıma gelen, kocam nerede ve kediyi korumam lazım fikriydi. Taşıma çantasını yanımıza aldık, ola ki evden çıkmak gerekirse yakınımızda olsun diye.

Ve fakat her şeye rağmen gecenin sonunda yine kendimize bir mutluluk payı çıkarmıştık. Kocam sivrisineği yakalamış ve kadim dostu kanepenin üzerine yeniden kurulmuştu.  Çünkü serin bir gece uykusu her şeye bedeldir.


20 Temmuz 2017 Perşembe

Tasmasız gezen köpek/ evcil hayvan sorunu


Sabah kendiliğimden uyandım. Özellikle sıcaktan cozurdadığımız kavurucu zamanlardan sonra bir iki gün hava yumuşadı. Hani sabah serinliğinde incecik bir pike alır da örtünürsün ya, vücudunun soğukluğunu kırıverir bir anda, tam da öyle güzel bir sabah. Erken uyandığım için bir iki ütü yapayım bari, dedim. -Böylece anlatının romantikliği bir anda yok olur, gider.-

Yatak odasına geçtim, kedi peşimden geldi, yatağın ucuna ütülenecek giysi yığınından bize kalan köşeye sığındık ikimiz. O gırladı, ben onu mıncırdım, şahane sevişmeli zamanlar geçiriyorduk kedimle. Ta ki sokaktan gelen çığlıklara kulak kabartıncaya kadar. Ben ne olduğunu anlamadım ama kedi çoktan balkona doğru tırsak tırsak adımlamaya başlamıştı. Kendini de kabarttı, noluyor demeye kalmadan kocam da uyandı. Ve sokaktan "Oscar, dur, Oscar yapma" bağırışlarını duyduk.

"İki Golden birbirine girdi galiba." deyip yattığı yere geri döndü. Balkondan aşağı baktığımda yere devrilmiş bir mobilet, yanında duran bir adam, az ötede bir adet Dogo Argentino köpek bir Golden Retriever'ı altına almış, hayatımda hiç görmediğim bir saldırganlıkla kavga ediyordu. Dogo o kadar saldırgandı ki balkona çıkmam ve içeri girip kocama "O Golden yaşamaz." demem bir oldu. Sokak köpeklerini de defalarca kavga ederken gördüm, ama iki evcil köpeğin birbirine bu denli şiddetle girdiğine hiç tanık olmamıştım.

temsili dogo, (google)


temsili golden (google)


Oturduğumuz sitenin hemen önünde müstakil evlerin bulunduğu bir kooperatif var. Yazlık evler gibi düşünün, bahçeleri var, bahçelerinde köpekleri var ve bazı köpekler tasmalı ama o civarda dolaşıyor. Golden da onlardan bir tanesiydi. Kimseye yanaşmaz, sevmek için çağırıldığında bile bakıp koca poposunu dönüp kendine görev edindiği şey ne ise onu yapmaya geri dönerdi.

Dogo olan köpeği de biliyorum. O da aynı kooperatif evlerinden birinde, eve geliş yolu üzerinde gördüğüm, yaz kış bahçenin içinde daracık bir kafeste kalan, sevgi nedir bilmeyen, bakıcıları tarafından kuvvetle muhtemel mama yerine kuru ekmek verilen, sıcak soğuk gözetilmeyen bir şekilde yaşayan bir köpekçikti. Her geçene havlar, sürekli öfkeli ve eminim ki hiç eğitim almamış bir hayvandı.

Her ne şekilde olduysa herhalde sahibi sabah Dogo'yu yani Oscar'ı yürüyüşe çıkardı. Tasmalı ya da tasmasızdı, bilmiyorum, ya hayvan bir anda atılınca tasma koptu, sahibi de mobiletin üzerinde olduğu için yere devrildi ve sonrası kontrolsüzleşti. Ya da daha kötüsü bu adam mobiletle dolaşırken nasıl olsa sabahın körü, kimse ortalıkta yoktur diye düşündü, köpeğini mobiletin yanında tasmasız bir şekilde yürüyüşe çıkardı ve daha sonra kıyamet koptu. Ortada bir tasma vardı, en son artık nasıl ayrıldıysa köpekler birbirinden, adam Oscar'a küfürler savururken elinde gördüm. Ama köpeğin boynunda olmadığı için her şekilde işlevsiz bir haldeydi.

Köpekler boğuşurken balkondan aşağı atlamak istedim. Aklımdan başka hiçbir şey geçmedi, Golden o kadar acı bağırıyordu ki tek istediğim onu kurtarmaktı. Fakat çok kontrolsüzdü, çok. Dogo, Golden'ın ensesinden tutmuş yerde başını savurarak ısırmaya çalışıyordu, savunma falan değil, tamamen öldürmeye odaklanmış bir şekilde. Ve kesinlikle sahibini dinlemedi. Sahibi taş attı, kovalamaya çalıştı. Bir iki saniye kurtulsa bile Golden, gidip yakalayıp yeniden hayvanın bir yerine yapıştı.

Çok kızdım. Çok üzüldüm. Muhtemelen hayatımda hiçbir zaman hayvanlarla ilgili olan bir soruna kendimi dışarıda görüp de bakamayacağım. Müdahale etmek istiyorum, korumak istiyorum. Merak ediyorum o Golden ne halde, veterinere götürüldü mü, sahibi ne yaptı?

Kızdım, her iki köpeğin sahibine de. Her ne olursa olsun, artık öğrenmeliler, avuç kadar da olsa köpek, sahipleri tasma takmak zorundalar. Hem kendilerini korumak için hem de başka canlıları korumak için. Şimdi o Golden'ın sahibi nasıl hissediyordur merak ediyorum. Ya Dogo'nun sahibi? Hayvana saldırması dehşet vericiydi, bence fark yok ama ya insana saldırsaydı? O zaman işin içine adli boyut girecekti, ne yapacaktı? Neden hayvanı tasmasızdı, neden tasmadan kurtulmasını önleyecek bir önlem alınmamıştı, saldırgan bir köpek olduğunu göz gördüğü halde neden ağızlıksız dolaşıyordu sokakta? Neden eğitilmemişti?

Hayvanlara tapıyorum. Sevgi hissettmediğim böcek dahi yok, yemin ederim. Ama özellike köpekler için artık "Ama benim köpeğim bir tanecik, çok tatlı, hiç saldırmaz, yanımdan yürüyüverir." düşüncesinden kurtulmalı köpek sahipleri. Müthiş eğitimli dahi olsalar insanların bile bir anda ruh hali değişebiliyor, hayvanın da değişebilir; onlar dürtüseller, korktuğunda, kızdığında daha kontrolsüzler. Keşke yasalar bu yönde hayvanları cezalandırmak yerine insanları cezalandırıcı bir yöntem izlese de sokakta tasmasız hayvan dolaştırdığını gördüğümüz kişileri şikayet edebilsek ve cezai işlem uygulansa. Ve lütfen, daha dikkatli olsalar.

Bir seferinde yazlıktaydık, bizim kedi bahçede takılıyordu, tasmalı ama. Sosyalleşmeyi bilmediği için diğer kedilere karşı da son derece nezaketsizdi, bir anda nevri döndü, bir şeyden korktu. Tasma olmasına rağmen kontrol edemedik. Allahtan ki evin içine doğru koştu ve evde uçan Sabri gibi oradan oraya saltolar atmaya başladı, aklımız çıktı, nasıl sakinleştireceğimizi bilemedik. Ayarsızlık işte. Baksan, dünyanın en kontrollü en sakin hayvanı, otur kalk biliyor sıpa, ama devreler yanıyor işte bazen.

"İniş takımları devrede."

Ben aynı durumda olsam kahrımdan ölürdüm herhalde. Her iki şekilde de.

Umarım Golden'cık bir şekilde toparlar ve akıllı sahipleri bir daha onu başıboş sokakta bırakmaz ve umarım hiçbir hayvanın canı yanmaz.

Bütün dünya buna inansa?

18 Temmuz 2017 Salı

Doğuma hazırlık ve nefes çalışması


Daha önce doğuma hazırlık ile ilgili eğitime gitmek gerekir mi gerekmez mi bununla
ilgili çekincelerim olduğunu paylaşmıştım. Okursam olur mu dedim, tamamen teslimiyetçi yaklaşsam en azından kendim sorun yaratmayacağım için hastanede de sorun yaşamam dedim, onu dedim bunu dedim...

Nihayetinde eğitime gittim.

Çünkü yedi ay geçti ben doğum ile ilgili hiçbir şey okuyamadım. Hamilelikten önce tez çalışması için daha fazla iş üstündeydim, ama şimdi bu konu hakkında ne okumaya ne araştırma yapmaya gücüm var. Hayatımın o kadar büyük bir kısmını kaplıyor ki hamile olmak -büyük kısmı mı, hayatımın tamamı falan demeliydim galiba- bir de okuma yapmaya vakit ayıramadım.

Hastane ve prosedürleri konusunda her ne kadar kaçındığım çok fazla şey varsa da içten içe istemediğim şeyler de vardı. Örneğin sürekli yatış. Örneğin damar yolu açılması. Örneğin duş almama izin verilip verilmeyeceği. Bunları düşünmemeye çalışıp gideceğim ve teslim olacağım diye düşünüyordum.

Çok şey okumasam da şunu biliyorum. Ben hastanede o süreci yaşarken doktor yani bütün bu süreci beraber geçirdiğim, tanıdığım ve güven duyabileceğim tek insan sadece doğumun son fazında benimle beraber olacaktı. Geri kalan zamanda tek başıma olacağımı biliyordum. Ama kabul etmiştim.

Sonra Gözde bana ısrarla eğitime gelmemi söyledi. Hatta haziran ayında psikodrama ile çakıştığı için gidemedim ve temmuz için kendimi ve kocamı ayarladım.

Ve geçtiğimiz haftasonu eğitimdeydik. Lotus'ta. Ve doğuma İzmir'e gelmeye ikna oldum. Ve kendimi de hastaneye değil, Gözde'ye teslim etmeye.


Burada kilit noktanın Gözde, Ayşe, Fatma olmadığını düşünüyorum. Burada önemli olan gebenin yanında olacak bir doğum destekçisi. Türkiye'deki sağlık sistemi de diğer bütün her şey gibi kötü, hastanelerde gebelere verilen destek de standart dışı değil. Ve bir bilinmezlik içinde hastaneye giden, telaşlanan, aklında binbir tilki dönen müstakbel anne babanın yanında, bu işleri iyi bilen özellikle gebenin yanında olabilecek ve aynı zamanda süreci de iyi bilen birinin olmasının çok rahatlatıcı olduğunu düşünüyorum.

Artık doğum psikologları, doulalar ve serbest çalışan ebeler doğumlara eşlik edebiliyorlar. Eğitim esnasında bunu da konuştuk. Hatta bir oyun vardı oynadığımız, bir sürü seçenek içinde "Hangilerinden vaz geçebilirsin, ne olsa senin için olmasa da olur diyebilirsin?" sorusu üzerine yerdeki kartlardan vazgeçebileceklerimizi seçtik. İlk vazgeçilebilenler arasında doğum psikoloğu vardı. Ve bunu çok kabul edilebilir buluyorum. Gebe, doğum anında desteğe ihtiyaç duyarken bunun sadece ruh sağlığı alanında değil aynı zamanda doğumun gidişhatıyla ilgili olmasını da bekler, dolayısıyla ne doula, ne psikolog ebenin vereceği desteği veremeyecektir. Tabii ki birisi varken diğeri de olsa, tam destek, hep destek her zaman daha iyi olur. Ama ben de psikolog da olsam doğumda yanımda bir ebenin bulunmasını isterdim. Hatta artık istiyorum. :)

Eğitim içeriği çok eğlenceliydi. Eğitime katılan yedi çifttik ve hepimiz adına tatmin edici bir çalışma yapıldı. Ve bence özellikle erkekler için daha verimliydi. Çünkü olaya dair bilmedikleri çok şey var ve sürekli "Nst ne, epizyotomi ne, mekonyum ne?" diye soru sordular. Kadınlar olarak da biz "Pfff, ne kadr slk sorular bunlar yaa!" diye gözlerimizi devirdik. Hastaneye yatış canlandırması yaptık, ve role giren anne baba adayının aklı çıktı, tam da böyle olacak, dehşete kapıldık, dediler.

Eğitim esnasında bir refleksoloji uzmanı geldi ve hepimize demo ayak masajı yaptı. Bana da "Gazın çok iyi." dedi. "Pardon?" dedim, "Bağırsakların iyi çalışıyor hazımsızlık, kabızlık gibi problemler yaşamıyorsun yani." dedi. "Eyvallah." dedim, ertesi gün tuvalet düzenim değişti. :D Galiba yanlış yere baskı yaptı, bana kaka yapma becerimi geri ver refleksolojici abla! :D

Eğitim gerekli mi sorusuna aslında gerekli değil cevabı verebilirim. Kadınlar için. Çünkü, az da olsa bedendeki değişimleri bizzat yaşayınca, eylemin içinde bizzat bulununca kadın ister istemez okuyor, izliyor, soruyor, konuşuyor vs vs. Ama erkekler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Erkek bilmiyor. Öğrenmeye de çalışmıyor. Doğum sürecinde kendine bir rol bulamıyor. Ne yapacak, gebeyi sadece hastaneye taşıyan kişi mi olacak? Gebeye destek mi verecek? Ebeveynleri mi yatıştıracak? Kayıt işlemleriyle mi ilgilenecek? Doğuma girecek mi? Girmek ister mi? Başa çıkabilecek mi? Her şeyden önce bütün bunları sorgulamak daha önce aklına gelmiş miydi? Bu nedenle eğitim özellikle erkekler için pozitif etki sağladı. Bunu önce kendi kocamda ardından eğitime katılan diğer erkeklerde gördüm. Bu nedenle eğitim etkili ve faydalı.

Benim için ise eğitim destek almanın gerekli olduğunu görmeme neden oldu. Doğumda özel ebe desteğinin rahatlatıcı, işleri kolaylaştırıcı, kişiyi özel hissettirecek, taleplerini önemli kılacak bir etkisi olacağını düşünüyorum. Doğum yapmak beş dakikada olan biten bir şey değilse, kadın doğumhaneye gidene kadarki geçen süreyi nasıl geçirecek bunu değerlendirmek lazım. Çünkü zaman çok, süre belli değil, süreç sıkıntılı. Ben kendi adıma bu zamanı zorlukla geçirmek istemediğimi anladım eğitim sonrasında. Hatta doktordan çok ebe ile vakit geçireceği düşünülürse insanın hangisine yatırım yapmak daha mantıklı, durup düşünmek lazım.

Ben eğitimden memnun kaldım. İyi ki gitmişim diyorum, herhalde hiçkimse bana ve bebeğe bu eğitimden daha büyük bir hediye veremeyecek. İyi ki davet etmiş beni Gözde.

Kocam da memnun kaldı. O kadar çabuk fikri değişti ki, "Tamam İzmir'e gidelim bence." demeye başladı.

Ve her şeyden çok, aynı durumda olan yedi çift olarak bir etkileşim yakalamak çok güzeldi. Kaygılar aynı, amaç aynı, hedef aynı... Göbekli göbekli tipler ve onların yanında dolaşan ayran budalası kocaman adamlar olarak pek keyifli, pek komiktik bence.

Kendimi açık etmek istemiyorum ama (çünkü gıybetkalpben) ola ki denk gelir de Gözde bir gün bunu okursa diye;

Teşekkür ederim Gözde. Bu benim için çok özel ve büyük bir hediyeydi.



Müsait bir zamanda şaraplı, şampanyalı kutlama yapmak dileği ile.







13 Temmuz 2017 Perşembe

Ben çok sıkıldım.


Artık hafta falan saymayı kestim. Ağırlığı artmakla birlikte üç aşağı beş yukarı o kadar aynı ve o kadar hızlı ki günler, pes ettim, saymıyorum. Kaçıncı haftadasın, kaçıncı aydasın diye soranlara "Ay, off, bilmiyorum valla, ocaktan itibaren sayın işte diyorum.

-- Lan, aydınlanma yaşadım, ocak birinci aysaaaa, biz temmuzdaysaaak, ve ben basbayağı yeni yıl ile bebekleme hareketini başlattıysaaamm...

Yorgunum, ama asıl yorgunluğumun sebebi vicuuudumun ağırlaşması değil. Evde yenilenecek, yapılacak, alınacak, tadilata uğrayacak ne varsa bebekten önce bitirelim istemiştik. "Yaparız bi ara dostum yeaa." kafasında olduğumuz için yumurta kapıya dayanana ve temmuzun kavurucu sıcaklarına kavuşana kadar bekledik. Bir de buna benim direksiyon derslerim eklendi. Bir de zaten günümün neredeyse tamamını alan muhteşem sekiz beşlik işim var. Ve ben akşam nasıl yattığımı bilmiyorum.

Alt kattaki yatak odasına bir dolap almıştık. Sağ olsunlar bir buçuk ayda ancak getirebildiler, daha hala içine neyi nasıl yerleştireceğim, fikrim yok.

Camlara tel taktıralım da bizim kedi pikachu gibi süzülmesin, biz de sıcakta pencere açıp da yatabilelim diyorduk, bu ara onunla uğraşıyoruz evde. Tam evi temizledim diyorum, sonra bir bakıyorum, a ah! Yine tadilat zamanımız gelmiş!

Eeeeyy öz-gür-lüüükk


Kilere raf yapmak için bi dolu malzeme almıştık, sanırım mart gibiydi. Hala, hala, hala onları monte etmek için bir girişimde bulunmadık, çünkü kocam ben olmadan bir işe girişmiyor, çünkü ben de bütün her şeyle aynı anda başa çıkamıyorum.

Daha bebek odası gelmedi, daha onun için bir girişimde de bulunmadık. Ama sanırım artık almamız gerek.

Tabii bütün bu olan biten ekonomik olarak da bizi birkaç ay sonra ne bok yiyeceğiz acaba diye düşündürüyor. Bakınız, ücretsiz izin gerçeği. Kocam sürekli olarak bunu söyleyip duruyor ve ben bir kez daha sinir oluyorum, hem kendime, hem de ona. Sürekli ağzından "Sen ücretsiz izne ayrılacağın için..." cümlesi çıkıyor. Pes edip de "Tamam yaa senin okbli anana veririz çocuğu, o bakar, zaten tipleri de benziyor, beraber dip bucak temizlik yapar, klorak içinde yüzerler." dememi bekliyor galiba. Ama yok, bu sefer yemezler. Evleneceğimiz zaman da bazı şeylerden feragat ettim ben, kimse de "Ay ne düşünceli kız, bize zorluk çıkarmadı. "demedi bana. Bu sefer kendim için bir şey yapıyorum ve geri dönmeyeceğim, ne lafımdan ne duruşumdan.

Yazdıklarımı okuyorum ve fark ediyorum ki sadece evim değil, aklım da dağınık. Dün yine söyledim kocama, iki saat ustanın başında bekledi diye yorulmuş "Ayaklarım çok ağrıyor." dedi. İçimden carlamak geçti ama hanfendiliğimi korudum önce bir şey söylemedim. Baktım nazlanacak gibi, "İnsanüstü çaba harcıyorum bu aralar, her şey için." dedim. Dudağını büzdü. Yerim o dudağını ama üzgünüm, gerçekler bunlar.

Bir şey yokmuş gibi davranıyorum ama yedi aylık büyümüş bir karınla yapmam gerekenin fazlasını yapıyorum. Tek kişilik insanken bile saat onbirde, en geç o da, yatağa giren ben şimdi saat oniki buçuktan önce yatamıyorum. Sabah altıda kalkıp, çamaşırları makineye atıp, duşa girip, kuştu kediydi yemini bokunu temizleyip, kahvaltı hazırlayıp, iki üç parça ütü yapıp- belki bir gün azalacağını umarak-, -mesela bu sabah kedinin mamasını vermeyi unuttum, bravo bana-, kocamı uyandırıp, kahvaltı yapıp, çamaşır asıp işe gidecek kıvama gelecek kadar hazırlanıp evden çıkıyorum. Kızıyorum, sıkılıyorum, bir de bebek meselesi ile birlikte başıma iş aldığımı düşünüyorum, deli mi dürttü diyorum, neden o ay doğum kontrol hapını almadım, neden böyle bir boşluğa düştüm, aklımı mı kaçırmıştım, bir şey olmaz diye mi düşünmüştüm... Yok, alışamadım ben hala, kabul de edemedim. Kendimi, gelecekteki beni düşündüğümde We Need to Talk About Kevin filmindeki Tilda Swinton rolünde buluyorum.

Bu akşam eve gidince benim kedi- temsili


BU KADAR SORUMLULUK ALACAK KADAR BÜYÜMEDİM BEN DAHA!

Bir de haftasonu evde durmuyoruz. Aslında kötü bir şey değil, "Bi' daha mı gelecez dünyaya. " diye düşünüp "İki denize de girmeyek mi, zaten sıcak" deyip gitmekte bir beis görmüyorum. Kocama söylediğimde o zaman temizlik için yardımcı çağırcaz ot bok diyor, la olm, temizlik için biri gelse anahtar mı vercen al haftasonu evde ne bok yiyorsan ye mi diyeceksin?  Ama bu evi kim adam edecek gardaaaaşşş??? Bu bebek bi anda doğmaya kalkarsa ben nasıl çıldırmayayım sonra bana biri bunu söylesin. Abartıyor muyum ben ya, napıyorum, of hiç mutlu değilim galiba ben.

Yoruldum, sıkıldım, ve bu işin ucunda feraha ereceğimi gösteren bir emare bulamadığım için umutsuzum, dinlenmek istiyorum, evimle ilgilenmek istiyorum, sakin kalmak istiyorum, sorumsuzluk istiyorum, anamın evine dönmek istiyorum!

Hamile kalmak akıllıca yaptığım bir şey değildi benim, hazırlıksız yakalandım. Ve başından beri kendimi toparlayamıyorum.

Çok çok çok sıkıldım.






10 Temmuz 2017 Pazartesi

Mendebur laflar


"Aaaa yesene ama sen istemesen de bebeğinin canı çeker."

Gardaş; adamın damak tadı yok, daha karnımda bebeyken canı çeker muhabbeti yapacaksanız ilerde biz nasıl tutacağız bu çocuğu onu yeme bunu yeme diye? Zaten kafalar uyuşmuyor bir türlü...

Bayram zamanı annemlere gittik. hem tatil hem bayramlaşma şeysi. Sabah da ziyaret edelim maksatlı babaanneme geçtik, kahve içiyorlar, ben istemedim. Kendime yasak koyduğumdan değil, canım istemiyor, zorla içmenin bir anlamı var mı, yok! Babaannemin demansa maruz kalmış kafasından zaten bi beynim yandı, hava 75 derece olmuş ben sıcaktan bayılmak üzereyim, bi an önce içseler kahvelerini de gitsek diye gözlerinin içine bakıyorum, orada bana çikolata, kahve yedirip içirmeye çalışıyorlar - adam olan iki meyve getirir değil mi, yemiiiiceeem demişim işte bir kere- annem demesin mi "Kahve kokmuştur, bebeğin canı çeker!" diye. "Salak salak şeylere inanıyorsunuz ya." diye çıkıştım. Son raddeydi bu benim için, daha önceden de kayınvalidem ve kocamın yengesi tarafından sağlı sollu maruz kaldığım ve içime attığım bir takım diyaloglar vardı, döndü dolaştı, anama patladı. Üzüldü kadıncağız, ama ben de çok dolmuştum. Sonra o uzatmadı, ben de özür diledim. Ama bu gibi şeylere nasıl inanıyor bazen hayret ediyorum. Bazen takılıyor bu klişelere bir de ısrar ediyor, göbeğim çatlıyor sonra. Bırak işte beni, kendi halime bırak. Teklif et ama ısrarcı olma. Bu daha katlanılmaz benim için.

"Aaaaa, kızım, senin iki kişilik yemen lazım, sen iki canlısın!"

İki canlıyım, salıyım mı içimdeki alienı üstüne aklın çıksın, ha?

Bekliyorlar ki tabak tabak yemek yensin, bekliyorlar ki her şeyden çifter çifter lüpletilsin. Ama sonra dalga geçiyorlar "Eeneee, sen niye paytak paytak yürüyosuuun?" Götüm büyüdü, ondan olabilir mi acaba?

"Canının çektiği bir şeyler var mı, aş eriyor musun?"

En uzman sesimi takınıp bir psikolog olarak neden aş eremediğimi, aslında aş ermek dediğimiz şeyi hamile olmadan daha çok yaşadığımı ancak şimdi daha dikkatli davranmaya çalıştığım için aş ermek desek de bu canın bir şeyler istemesine kendimi tuttuğumu ve dolayısıyla bu durumun bizi yeniden birinci maddeye götürdüğünü anlatmaya çalışıyorum.

"Aş ermek diye bir şeye inanmıyorum tağaaamm mıaaaaa!"

Neden mevsimi değilken karpuz yemeye çalışayım bunu bana biri anlatsın! Neden gece 12'de waffle istememi normal karşılamalılar, şeker+yağ+karbonhirdat+zamansızlık... Bunları siz de düşüneceksiniz canım yaa. Canım çekti diye götüreyim vişne vodkayı, n'aber?

"Sen alma, kaldırma, yapma, yıkama, elleme vb."

Benim yerime de nefes almak ister misiniz?

Tamam, bazı şeyleri yapma noktasında daha nazik olmaya çalışıyorlar ama ben biliyorum, ilerde yol, su, elektrik olarak geri dönecek bunlar bana. Herkes yapabildiği kadar sorumluluk alsın, yapabildiğini yapsın. Hasta değilim ki ben! Hem sevgili kayınvalideciğim; sen bana bulaşık yıkatmazken öküz oğlun ben yemek yaparken playstationda Tomb Rieder oynuyor. Yaaa...

"Kediniz n'ooolcak?"

Sana vercem, bakıcan mı? -Hayatta vermem-

Bunu daha önce de yazmıştım, uzatmanın bir anlamı yok ama o kadar bozuyor ki bazıları, kaş yapayım derken göz yarıyorlar, kalbim acıyor söyledikleri şeyler karşısında. Biri diğerinin alternatifi mi, insanlar ikinci çocukları olduğunda birinciyi atıyorlar mı, daha az seviyorlar mı? Ki, bunda tür bile farklı, kıyaslanmak zorundalar mı? Sen benim o kediyi nasıl sevdiğimi biliyor musun ki eltinle, kaynınla karşılaştırıyorsun? Tüküresim geliyor böyle dediklerinde.

"Aayy canımm, sen çok şişmişsin!"

Be kadın, sen benim kadarken yuvarlanarak hayatını devam ettiriyordun, yedi ayda aldığım beş kilo mu seni gerdi?

Geçen hafta iş yerinden çıkıyorum tam kapıda bizim memur kızlardan biri ile karşılaştık, "Ayyy Pınaaar, nolmuş sana böyle çok şişmişsiiiin." dedi bana. Boş bulundum, "Allah allah çok mu şişmişim." dedim, "Ay evet, çok valla." dedi. Bir bozuldum, bir bozuldum! Alyansımı hala takabiliyorum, ayakkabılarım sıkmıyor, hala hamilelikten önceki elbiselerimi giyebiliyorum. Nasıl şiştim bi anlat hele! Pis kıskanç! Dukan diyeti yaptı bu, sası sası tavukları yemekten böyle oldu bence. Bana bok atıyor. Neyse ben de ellerimi ovuşturuyorum şu anda, nasıl olsa bir daha hamile kalacaksın sen, o zaman rövanşımı alıcam, bak gör! (Bkz. kinlenmek.)

"Bebek nasıl?" var bir de.

 Bunu da yazmıştım daha önce, ama alnıma yazıcam artık, "Bilmiyorum!" diye, öyle gezeceğim ortalıkta. "Bebek gibi." demek de işe yarar mı?"

Bir de kayınvalidemin ısrarla çocuğu kurallar ile yetiştireceğiz dememize ifrit olma ve karşı çıkma hali var ki başa bela, düşman başına. Ulen sen el kadar bebeye balkon terliği, ev terliği, bahçe terliği ayrımı yaptırmak isteyeceksin ya, şimdiden gözün dönüyor parmağımızın ucuyla yere çıplak ayakla bastığımızda, o kural tamam da yemek yeme kuralı mı batıyor sana? Vallahi alıp başımı dağa gideceğim. Herkes orijinal.

Off hava cidden çok sıcak, herkes kendinden bir örnek vermeye pek meraklı, ve boş konuşmalar çok fazla.

Bağzı sosyallikler bana çok fazla.