30 Mayıs 2017 Salı

Üç bin yıl sonra, 21. Hafta



Bir sürü haftayı hastalıktan dolayı bloga bakamayınca atlamak zorunda kaldım. Kaldığımız haftadan devam edeceğim. Çünkü öksürdüm, öksürdüm ve öksürdüm demekten başka yazacak bir şey gelmiyor aklıma.

 Sevgili enfeksiyon yüzünden çocuum cücük gibi kalmış. Öyle dedi doktor. Bir önceki kontrolde gelişimi ileride gidiyor demişti, şimdi "Yemek mi yemiyorsun?" dedi. "Yoo, yiyorum." dedim. Ama o kadar öksürük, o kadar hastalık sırf bana değil, bebeğe de etki etti tabii ki. "Protein ye." dedi. Çok ciddi bir gerileme yok sanırım ama bir farklılık sezdi.

Kendimi ilk defa kötü hissettim. Duygulanımım pek pembe değil başından beri, biliyorsunuz. Beş ay bitti neredeyse ve ben hala "kadın anam" modunda değilim. Belki de hiç olmayacağım, belki de olmak zorunda değilim. Fakat yapmadığım/yapamadığım/ elimde olmayan sebepler yüzünden kendimden değil de ondan çalıyor olmak azıcık koydu bana. İLK DEFA "Ben ona iyi bakamıyor muyum?" düşüncesi geçti aklımdan. Annelik cinleri geliyor yavaş yavaş, değil mi?

Analıktaki en yüksek mertebe


Bu nedenle artık kilo almam gerekiyor sanırım diye düşünerek tartılarda gram yükselişleri arar oldum. Aslında grip sonrası fark edilebilir düzeyde iştahım arttı. Hala abartmamaya çalışıyorum. Gecenin köründe canın tatlı çekse ne olur, yemene gerek yok, diyorum kendime. Çünkü gecenin köründe canım ceviz çekmiyor, keşkül falan çekiyor. Cevizli keşkül mesela? -Ahh ceviz, ceviz yemeyi unutuyorum!- Bir kiloya yakın kilo aldım. Fiziksel olarak önden bakıldığında eski ben, yandan bakıldığında genel tabir; leblebi yutmuş solucan ben.

Image result for cevizli keşkül
keşkülgalpben

Hamilelikten önce takviye ilaç almak ile ilgili takıntılıydım. "Bir kadın, neye ihtiyacı olduğunu bilmeli ve ona göre beslenme düzeni oluşturmalı. Hamileyse bedelini ödemeli." minvalinde düşünceler içindeydim. Şimdi günlük bir adet pembe b12/folik asit karışımı, bir adet sarı vitaminli demirli bir şeyler içeren bir ilaç ve bir adet de omega 3 içeren balık yağlı takviyem var. Nasıl da yediriyor değil mi söylenenleri? Nasıl da törpülüyor değil mi? Keşke hayat planlarımızdaki gibi olsa ya da keşke bu kadar plan yapıp peşin hükümlü olmasak.

Karnım davul gibi gergin. Özellikle gün sonuna doğru o kadar rahatsız ediyor ki arkaya doğru kaykılmadan rahat oturamıyorum. Açımız 130 derece. Çatlak gözlemedim, çatlak meselesinin genlerle ilgili yani çoğunlukla anneden kıza aktarılan bir şey olduğunu okumuştum. Annemde çatlak falan yok, hatta çok düzgün bir karnı var. Ama mesela anneannemde çok çatlak varmış. Bilemeyeceğim, anneannemin göbeği ile hiç tanışmadım. Daha önce söylemiş olabilirim, annem tahin yağını "Çok faydalı bak, vallahi sürenlerin hiç çatlağı olmuyormuş, yemin olsun." diye överek elime küçük bir kavanoz tutuşturmuştu. Her akşam karnıma onu sürüyorum. Banyo sonrası bebe yağı sürüyorum. Bazen bepanthol sürüyorum. Umarım çatlamam. Olacaksa da sorun değil, beden algımla ilgili sorunum yok, geleni kabul edeceğim. Bir de bunu dert edinemem.

Annemin emzirme sutyeni macerasını anlatmıştım, 75A beden minik memelerime 85C emzirme sutyeni almış bir de "Olur o olur." diye beni ikna etmeye çalışmıştı. Hala memelerde gözle görülür bir büyüme yok. Hani, ne zaman büyüyecek bunlar? Olmayacaksa da fazla ümitlenmeyelim. Çünkü belki ömrümün bir kısmında da olsa içi dolgusuz dantel sutyen giyebilirim umudu taşıyorum.



Bir ara meme uçlarım kurumaya ve çatlamaya başlamıştı. Hatta bir tanesini "Bu ne len?" deyip kopartmıştım da deli canım acımıştı. (O anda gözümün önünden film şeridi gibi potansiyel emzirme maceraları geçti. Bir anlığına canımı teslim ettim.) Bu ara kremlediğimden midir nedir, daha iyi görünüyorlar. Özel krem kullanmam gerekir mi? Lanolinli kremler gibi? Ya da başka alternatifler olabilir mi? Zeytinyağı, tahin yağı karışımı yapıp sürüyorum, iyi mi bildiğimden değil. Ama burada biz, kolumuz kopsa zeytinyağı sürerek yeniden kol çıkartacağımıza inanırız.

Bu hafta sırtım çok ağrımaya başladı. Özellikle ilk uyandığımda o kadar çok ağrıyor ki bir süre açılmasını bekliyorum. Sabah duşa girmeyi sevmem ama dayanamayıp sıcak suyun altında kaldım geçenlerde. Gerçekten egzersiz yapmam gerek. Ama bunu söylerken zaman o kadar çabuk geçiyor ki, henüz hiçbir şey için programım yok.

Doğum eğitimi mi, doğum kitapları mı? Eğitime gitmek istiyorum, hatta bu konuda iyi iş yapan yakın bir arkadaşım da var. Fakat eğitimleri çok pahalı buluyorum. Gözde psikolog olmakla doğum sırasında kendini sakinleştirmek birbirinden farklı şeyler demişti, katılıyorum. Ama karar veremiyorum. Doğum anında onu yanıma çağırmalı mıyım, onu da bilmiyorum. Hastanede neyle karşılaşacağım, onu da bilmiyorum. Yaşadığım ilde öyle yeni dönem doğum prosedürleri yok. Çoğunlukla standart sezaryen doğum yapıyor kadınlar. Yok doğuma baba girsin, yok kordonu sonra kesilsin, yok ten tene temas olsun gibi... Doktora soracağım ama olmuyorsa da zorlamanın bir manası yok diyorum kendime, sürekli birileriyle takışmaktan yoruldum.  Ama sanırım biraz okumaya başlasam bu konuda iyi olacak. Belki okumaya başladıktan sonra zihnim biraz daha durulur.

25 Mayıs 2017 Perşembe

Evlaadım, bi dur!




Son haftalarımın en "popiler" konusu karşıma geçip boncuk boncuk gözler ve kavuşturulmuş ellerle bana sorulan "Hissediyor musun?" oldu.

Her seferinde, "Yani şimdi hissetmiyorum ama hissetmeli miyim ki? Aslında bir şey var da gaz mı, bağırsak hareketleri mi, allah allah, nedir acaba?" diye kendi içimde cebelleşirken her zamanki sırıtışımla "Yık cınım daha değil." deyip geçiştiriyorum.

Her bir şeye gıcıklandığım gibi buna da gıcıklandım tabii ki. Laf olsun diye soruyorsunuz, biliyorum, götünüzde bile değil sorduğunuz soruya alacağınız cevap, bunu da biliyorum. İşte bu nedenle sinir oluyorum. "He hareket ediyo, evet, napıcan?" diye sormak istiyorum, içimdeki cadaloz bunu söylüyor. Ama piremses dış giydirmem buna müsaade etmiyor, sadece gülümseyerek geçiştiriyorum.
Gören de ayran budalası diyecek, bak ona da atarlanıcam şimdi. Gülüyoz diye mutluyuz sanıyollaa, te allaaamm...

Ehe, hepinizi çık siviyirim <3

Bir iki gündür karnım geriliyor. Akşamları özellikle iki büklüm yürüyorum, sırf o gerginlik azalsın diye. Hamilelik yüzünden Quasimodo gibi olacağım, dik durmaya kendimi zorlamalıyım sanırım.

Nitekim karnımdaki bu gerginlik bir takım değişik hareketlenmeleri de beraberinde getirdi. Hala gaz mı nedir diye düşünmüyor değilim ama sanırım çocuk hareket ediyor ya. Böyle aynı yerde ard arda pıt pıtlamalar oluyor. Demek tekmelenmek böyle bir şeymiş.

Peki bu durum bende ne gibi hislere gark oldu dersiniz?

Ahan da bu!

Kendimin içinde bir şey var, hareket falan ediyor, benle besleniyor, benden bağımsız, bir kez daha kafama dank etti, olm orda çocuk var lan, bir şey var orada diye. Deli kıllanıyorum, anlatamam... Analarda böyle bi' "Yıvriiimm, tekmeledi çocuuumm, hareket ediyor beybisi." halleri oluşurken ben her histe bi' "H*sktr, noluyo lan." oluyorum. Yemin olsun içim gıcıklanıyor ya, ay çok fena!

5. aydasın be kadın, neyin tribindesin diyecekseniz de, bir süredir çok rutindi her şey; ne bulantı, ne halsizlik, ne bir his. Belli olan karnım dışında -ki o da sanki bira göbeği mübarek- bir şeyim yoktu. Şimdi karnımda gerginlik, bir takım bağımsız hareketler, bir de yorgunluk ve uyku hali var. Ağzıma bir parmak bal çaldılar, şimdi de gerçeklerle yüzleştiriyorlar. Aldatıldım bence ben.




22 Mayıs 2017 Pazartesi

"Üzerimden kamyon geçti." Hamilelikte grip hastalığına giriş. 101.


Ben en son ilkokul 1. sınıfta, bademciklerim alınmadan hemen önce böyle kötü, böyle yatırtan, böyle nağğlet, böyle yıkıcı bir hastalıkla karşılaşmıştım. Sene sonuna doğru ameliyat olmuş, bademcikler gitmiş ve ben doğru düzgün hastalık görmemiştim. 20 küsür yıldır falan...


Taa kiii, iki hafta öncesine kadar...

Grip değil mübarek, sanki ringe çıktık da nakavta kalktı; her bir hücremle savaştım, eminim. Her geçen gün "Azıcık insan olun laaaannn!" diye iç geçirdim.

Önce hafif kırgınlık ile başladı. İş yerinde kibar kibar öksürüyordum. Azıcık ama. Alerji zannetmiştim, bahar, polen, ıvır zıvır etkilemiştir diye düşünerek. Hafif kırgınlık da vardı ama gebelik yüzünden olmuştur demiştim.

Ertesi gün öksürük arttı. Kırgınlık da öyle. Sabah işimi halledip öğleden sonra için izin aldım, dinlenirsem geçer diye düşündüm.

Ertesi gün yataktan kalkamadım. Öksürük, kemik ağrısı kombosu beni fena etkiledi. Kemik ağrısı ne boktan bir şeymiş, bir şey yok gibi ama nasıl var, nasıl acıtıyor. Berbat! Kocamın zorlamasıyla doktora gittim. Çünkü bana kalırsa doktorlar hiçbir şey yapamazlar, ilaç da veremezler, iki kontrol yapıp gönderecekler diye düşündüm. Kocamın devreye girmesiyle hastalık izni aldım, 3 gün. Kan tahlili istedi doktor. Öğlen aradılar. Enfeksiyon var, antibiyotik kullanmalısın diye. E bebek? E ilaç? E hastalık? Jinekolog ile konuştum. Verilen ilacı kullanabileceğimi söyledi. Eczacının da "Çok dandik ilaç olm." demediği kalmış. E dandikse nasıl etki edecek? Ben bu hastalıktan nasıl kurtulacağım?


Kendi kendine geçer dedim. Bir gün daha kullanmadım.

Ertesi gün, göğüs ağrısı ile uyandım. Ve gün geçtikçe boğazımdaki yangınlar çığrından çıkmaya başladı. Mecburen antibiyotiği üç evet ile hayatımıza aldık.

Bana yutkunamamanın resmini yapabilir misin, Abidin?

Boğaz ağrısı çok ama çok şiddetli öksürüğe yerini bıraktı. Her yeni gün başka bir bulgu ile rastlaşıp bir önceki ile vedalaştığım için bazen birini diğerine tercih ettiğim oluyordu. Artık bir yerim ağrımıyordu, ama öksürük de uyutmuyordu. Oturarak uyumaya çalıştım. ( Bu sayede lohusalığa giriş 101 de aldım diyebilir miyim? -Bkz: "Ben bu dersi daha önce görmüştüm, hocam!") Sanırım neredeyse hiç uykusuz üç gece, ve ardından sadece öksürük nöbetleriyle ile uyandığım birkaç gece geçirdim.



Nöbetler bir türlü geçmedi. Ama zaman geçti ve yine bir hafta başı geldi. Bana kalsa almazdım ama kocam cengaveri "Yine rapor alacaksın, işe gitmeyeceksin." diye bana posta koydu. Pazartesi sabah yine doktora gittim, kadın doğuma gittiğim hastaneye ve bu sefer kulak burun boğaz birimine. (Özel hastanelerin de KBB birimi ne tırt oluyormuş arkadaş, sanırım adamın bütün günkü tek hastası bendim. Bana da 30 sn falan baktı.) Kan testi istedi yine. Ve yine enfeksiyon vardı. "Öksürük" dedim. "Geçer anam geçer." dedi. "Rapor?" dedim, "İki gün veriyok gardaş." dedi. Ama bana öksürük şurubu verdi. <3 (Öksürük şuruplarının bir boka yaramadığını sadece ben düşünmüyorumdur umarım.) O da bitkiselmiş, zaten reçete ile satılmıyordu. Paramla rezil oldum tribini yaşayıp aile hekiminin yolunu tuttuk. Bir dört gün daha rapor verdi. Cuma da 19 mayıs bayramı tatiliydi. Böylece bir hafta daha dinlenme fırsatım oldu.

Öksürük geçmedi. Düz yastıkta yatmasını seven ben piremsesler gibi yatak yapıp öyle uyuyorum. Hala! Çünkü hala öksürüyorum.

Tabiğğ ki böyle bir yatakta uyuyorum, manyak mısın?

Öksürmekten karın kası yaptım. Hamile olmasam kesin baklavalarım vardı şimdi. Biraz tırstım da, lan şimdi bebeğe bir boklar olacak, öksürmekten kese patlayacak fiyuuuuvv diye bebek çıkçak falan diye senaryolar yazdım. Bir şey olmuyormuş sanırım, ama öksürmekten altıma kaçırmadım dersem yalan olmaz, çünkü ben değil de bir arkadaşımın başına geldi bu tür olaylar...

Fenaydı fena.

Ege bölgesine yaraşır bir şekilde yetiştiriyorum ama ben çocuumu. Depreme dayanıklı bir insan olsun, sarsıntılardan korkmasın, tedbirli olsun diyeydi bütün bu yaşananlar.

Ama kulağıma küpe oldu. Şu gebelik bitene dek hasta birilerini eve davet edersem, aynı ortamda bulunursam, ne olayım. Ne işi var ağzı yüzü sümük içinde, ateşi olan bir çocuğun senin evinde, değil mi?

Arada haftaları da yemiş oldum tabii. Kaçtım olm ben. 3 mü? Kesin üçtür!*


* Ailemizde ne olduğunu bilemediğimiz zaman kullandığımız sempatik, sevimli rakam.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

17. hafta


Fotoğraftaki kadar rengarenk olmasını dilerdim.

Fena değil ama yine de daha iyi olabilirdi. Akıl var mantık var, insan mayıs ayında (Ege'de) hasta olabilir mi? Hayır, soruyorum size;


Dediler de dinlemedim. Hasta çocig yanında durma dediler, bulaşır dediler, terli terli soğuk su içme dediler... "Koca kış hasta olmamışım yeaaa şimdi mi olcam." dedim.  Dedim dedim;


Çok bir şey yok da ateşim var galiba, accık başım da dönüyor. Bir de biraz öksürük. İnsanlar genelde "Hiiiaaaaaaa! Hağmilesiiiinnn, hasta olunca ilaç da alamazsın şimdi, vah vah, tüh tüh." konuşmalarına giriyorlar da bende çok bir şey değişmedi. Zaten ilaç alma kontejyanımı sadece baş ağrısı için kullanıyorum, doğru düzgün de ilaç kullanmam, bu yüzden hasta olmak halsizlik dışında pek etkilemedi beni. (Dış ses: Daha ne etkileyecek, ne bekliyorsun acaba?) Benim için baş ağrısı en büyük sorun, o yoksa sıkıntı yok. Güzel bir şans ki, hamile olduğumdan beridir eskisi gibi şiddeti yoğun ağrıyı belki bir kere yaşadım.

Bir de, merhaba bel ve sırt ağrıları.


Kilom yok, hayat normal akışında ilerliyor. Ama ne olacak benim bu siyatiğim? Bazen altıma bir şey giyerken tek ayak üstünde durduğumda o kadar sızlıyor ki, bacağım kopacak sanıyorum. Sanırım egzersiz yapmam lazım, yürümek çok etkili olmuyor, belki basit yoga, pilates hareketleri...

Dörtlü test için hala sonuç almak için aramadım. Bu sefer niyeyse merak etmiyorum sonucu.

Haftaya tetanos aşısı olmam gerekiyormuş. Merhaba felçli kol. Bir sen eksiktin.

O değil de, hani bu aralar cinsel istekte falan bi' artış oluyordu, kutsal üç aylar falan... Nerede o artış?


Ben değil, bi' komşum soruyo'!

5 Mayıs 2017 Cuma

Hıdırellez


Başlığı yazarken kelimenin yazılış şeklini senelerdir yanlış bildiğimi öğrendim. Teşekkürler google.


Geleneksel şeyleri sevmem diye debelenip duruyorum ya burada. İşte bugün konu dışı. (Bir de yılbaşı) Şaman geleneği olmasından ötürü, sanki kuşakaşan bir hali var bugünün, daha ruhani, daha mistik. Atalarla temas etmek gibi benim için, Orta Asya'dan dalga dalga süzülüp gelen, iyi dileklerin havada uçuştuğu bütünleştirici bir gün.

Eskiden, çocukken, akşam sokağa çıkmak, ateşten atlamak, dilek tutmak, bütün mahallenin sokakta toplaşması, insanların sürekli gülümsemesi ve eğlendiklerini görmek çok iyi gelirdi bana. Ne severdim sokakta olmayı. Üstümüz başımız is olur, gece karanlıkta saklambaç oynar, deli gibi eğlenirdik.

Bostanlı Rekreasyon Alanı düzenlendikten sonra sahile inmeye başladık. Orası daha şenlikli olurdu. Işıklar yanar, eğlenceler düzenlenir, ateşler yakılırdı. Şimdi düşününce, İzmir'i o kadar çok seviyorum ki, gözlerim doluyor yazarken bile. Keşke orada olabilseydim, denizi içime çekip sahilde yürüyebilseydim. Neyse ki çok uzak değilim. Ama bir saat bile bazen çok saat oluyor. (İstanbullu'ları tenzih ederim :))

kaynak: google


Bugün de yine güzel dileklerin günü. İnsanlar evlerini, bebeklerini, arabalarını, işlerini, sevgililerini, eşlerini çizip bırakacaklar gül ağacı dibine. Sonra da oradan denize. Üst akıl ben, çevre kirliliği açısından denize kağıt bırakmanın doğru olmadığını düşünsem de gül ağacı dibine dileğimi bırakıp ertesi gün alıp saklayacağım. Hayalimde gönderdim sayıyorum bence o da sayılır.

Şöyle bir cevap almasak bari:


4 Mayıs 2017 Perşembe

16. hafta



Düşünüyorum, düşünüyorum, hafta hafta kendi sürecini anlatan insanlar ne anlatıyorlarmış bu kadar demekten yine kendimi alamıyorum. Sanırım ben biraz dikkatsizim, olan biteni pek fark edemeden "Aaa, bir hafta daha geçmiş." diyorum. Gebelikle ilgili söyleyebileceğim en temel sözlerden bir tanesi zamanın çok hızlı geçmesi. Neredeyse yolu yarıladık, ne ara 16 oldu, farkında değilim.

Bu hafta bizim için en büyük gelişme bebeğin cinsiyetini öğrenmek oldu, ki piremses 16 fotoğrafı da bunun üzerine cuk oturdu. Çünküüüü, kıslar piremses olmak için doğmuşlardır!

Kardeşim bebeğin kız olacağını öğrendiğinde trip attı. Beyefendi ailedeki tek kız çocuğunun kendisine ait olmasını istiyormuş. Henüz üniversite öğrencisi ve evli değil ve daha çocuk yapma girişimi yok, ama hayallere gel sen. Şaka yaptığını sanmıştım, ama adam ciddiymiş, haftasonu da bi' içine kaçmış haldeydi. Sen hayırdır, balım?

Ailenin kadınları klasik, "Şanslı kadının ilk kız çocuğu olur derler, bık bık bık." dediler. Lan benim geleneksel ailem yok, sorsan hepsi İzmir hanfendisi, nereden geliyor bu laflar anlamadım. Sanki kendileri için kızları Külkedisi idiler de analarına her işte yardım ettiler. Ben işe başlayıp şehir değiştirene kadar kahve yapmasını bilmiyordum, hani benim şanslı anam? (Şimdi çok hamarat muhteşem bir hatunum ama, evdeki çamaşır yığınlarını saymazsak. Şşşş..)

Çocuğa -mümkünse olabilecek en uzak zaman diliminde- kim bakım verecek konuşması yaptık. Aslında tartışması diyecektim ama konuyu uzatmak istemediğim ve "Aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın." modunda olduğum için bunu bir konuşma olarak nitelendirebilirim.

kısa konuşmamız- temsili

Beyefendiciğim diyor ki, anası baksınmışmış. Bakıcıya mı güvenilecekmiş, bilmem ne miymiş. Ulen daha dün konusuyoduk ya, hani sen de benimle hemfikirdin? Hayır, ben de bakıcı baksın demiyorum çocuğa, ücretsiz izne ayrılmak istiyorum, olabilecek en uzun süre için hem de, ama bir, taş çatlasın bir buçuk yıl. Sonrası ne olacak, blinmiyor. Sanırım ondan şöyle romantik bir tepki bekliyorum; "Hayatım, sen istediğin kadar izne ayrıl, çocuğumuzu büyüt, kreş yaşına geldiğinde zaten kreşe gidecek." Hayallerimdeki yanıt bu aslında. Ama ben romantik düşünürken o gerçekçi bakıyor. Beklediğim tepkiyi vermiyor. Belki beni umutlandırmak istemiyor.

Annesini seviyorum. Kendi içinde tatlı bir kadın. Yardımsever, pek çok şeyi bizi düşünerek yapıyor, çocuğunu özellikle ayrı seviyor dolaylı olarak beni de seviyor, şimdiye dek tatsız hiçbir yaşantımız olmadı. Fakat bana ters gelen çok fazla davranışı var. Daha geçen gün diyor ki "Biz 18 yaşına geldiğinde torunumuza araba alcaz." Durumun gerçekçiliğini geçtim,o zamana kim öle kim kala. Ama sen bana/oğluna bunu sordun mu? Nerede benim otoritem? Ben, "Biz onay vermeden bir şey yapmayalım da." diye tatlı tatlı durumu anlatmaya çalışırken inat etmeye devam ediyor. Sonra sinirleniyorum. Dolayısıyla çocuğun bakımını onlara vermek istemiyorum. Daha pek çok şey var da yazmak istemiyorum şimdi.

Yani olayın özü, kocamın bu düşüncesi canımı sıktı. İleride bizim için sorun olacak bir konu çıktı. Bakalım ne zaman patlar.

Kilo almadım, hala! Doktor mutlu, ben de mutluyum. 4 ayda 0 kg. Hatta -1. :D Bu ara iştahım arttı gibi ama, aralarda acıkıyorum, canım da saçma şeyler istiyor. Aş ermek mi bu?

Kocam sezaryen mi normal doğum mu meselesini doktor ile konuştu. Ama öyle dan dun girdi ki konuya, hah dedim, şimdi sıçtık. Özel hastanelerde, Türkiye'de, hele ki küçük bir ilden bahsediyorsak öyle doğum eğitimleriymiş, doulalarmış, doğumhaneye girmeden doğurmakmış, suda doğum yapmakmış... Bunlar pek konuşulmuyor. Sezaryen yaygın, bunun pek çok nedeni var; doktor tercihi, gebe tercihi, bakanlık engelleri, hukuksal süreçler... Kimse risk almak istemiyor. Gebe de bebek için en iyisi olsun istiyor, biraz daha nazik bir muamele görmek istiyor, belki biraz özel davranılsın istiyor.

Bu ara, pek çok kişi gibi ben de normal yolla doğum yapmayı bekliyorum. Bebek de doğuma hazır olsun, o su bir patlasın, süreç başlasın. Ameliyat olacaksa ondan sonra karar verilsin. Bebek için kendim tercih yapmaktansa spontan bir doğum başlasın diliyorum. Sonrasını sürecin içine girip de değerlendirmek istiyorum, katı konuşmak istemiyorum.

Doktor, eğitime gidebileceğimi (bu ilde sadece devlet hastanesinde doğum öncesi eğitim veriliyor.), istersem yanımda bir ebe ile girebileceğimi, vajinal yolla doğumu deneyebileceğimi söyledi. Ve şöyle bir şey ekledi; "Normal doğum aslında yattığın yerde müdahalesiz doğum yapmak oluyor. Ne kesi, ne epidural, ne diğer tıbbi müdahaleler normal olan şey değil aslında." dedi. Bu görüşe kısmen katılıyorum, sanırım epizyo yapılmadan, damar yolu açtırmadan doğum yapmak ve sonra hiçbir şey olmamış gibi hayata devam etmek pek güzel olurdu. Ama şunu da biliyorum, yattığımız yerde doğurmuyoruz, hastaneye gidiyoruz, tıbbi gereklilikler varsa, yapılacaktır. Ben bunu kabul ediyorum. Esneyebildiğim bazı noktalar olduğunu görmek bana iyi geliyor.

Kontrolden sonra doktor iki ilaç verdi, bir de omega 3 takviyesi. Balık, ceviz, semizotu üçlüsünü yiyorum, bu yüzden omega almak istemedim. İlaçlardan birinin adı Gryffindor'a benziyor. Folik asit bişeysiymiş, pembe, tatlı bir ilaç. Erkeg doğuracaklara da mavisini veriyorlar mış, hııı hımmm... Biri de multivitaminli bir şey. Her gün düzenli olarak onu içmeyi unutuyorum. Rengi pembe olsaydı... :)

Bu hafta da böyle geçti. On yedi yarın bitiyor. Ve benim 17 için yazacak hiç özel bir şeyim yok. Dur accık düşüneyim bari.

2 Mayıs 2017 Salı

O biiiiiiiiiirrrrrrr,


Google'da it's a girl yazın, gözleriniz kanayacak pembeden, garanti!


Böyle bir şeyi seçmek, talep etmek sanki utanılacak bir şey gibi göründü gözüme. İstedim ama hemen ardından da "Aman canım, sağlıklı olsun da." kalıbı eşlik etti. Eder tabii, herkes öncelikle sağlıklı bir çocuk dünyaya getirmek ister. Sonrasında gelen her şey; cinsiyeti, doğum şekli, bakım verme yöntemleri, düzen oluşturma yöntemleri, ne varsa hep işin kaymak kısmı işte.

Nedense kalbimden hep kız geçerken zihnimin bir köşesinde erkek olacak fikri yatıyordu. Rüyamda görüp ağlamışlığım bile var (yine rüyada). Yalan yok, erkek çocuk istemiyordum, bunun da sebebini daha önce yazdığım bir yazıda belirtmiştim. Hayatın her alanında çevresindekilerle inatlaşan ben, kişilerin tepkilerinden erkeg olursa başıma neler neler gelecek diye endişe duymuş, zihnen kendileriyle inatlaşmaya girmiştim bile. Sanırım şöyle bir algım oldu, erkek olan ailede paylaşılacaktı, kız ise bizimdi, benim ve eşimin. Kurduğumuz ve sınırlarını ölesiye koruduğum şu anda üç kişilik olan (ben, kocam ve kedim) ailemizi dörtlüyorduk, ve bu sınırlar yine bu şekilde kalacaktı. Ne birisi paylaşılabilirdi, ne de daha kalabalık olup herkes müdahale edebilirdi. Geleneksel bir ailemiz yok, ne benimkiler, ne kocamınkiler dayatmacı ve "Bu böyle olur."cu bir aile değil. Ama şu sınır koruma meselesi yok mu, neden bu kadar çabalıyorum, neden bu kadar zorluyorum, altında ne yatıyor bunun, bilmiyorum. Sanki azıcık kapıyı aralasam içeri doluşuvereceklermiş gibi geliyor, belki de değil, belki umurlarında bile değil, ama ben zihnimdeki senaryolarla kendimi kaptırıyorum. Hayatımı en çok zorlaştıran huyum bu aslında.

Belki tamamen bir algısal yanılma bu, insanlar inanmak istediği zaman gerçekçi olmasa da inanırlar. Belki benimki de böyle bir şey.

Mutlu oldum. Cuma günkü kontrolden sonra motivasyonumun daha yüksek olduğunu fark ettim. Akşama çıkıp bir iki zıbın aldık. Dinozorlu minozorlu. Anısı olacak, çünkü doktor perinotologa gidip ayrıntılı ultrason çekilmesi için bir yönlendirme yaptı. Birine anlatırken aklına perinotolog adı gelmeyen kocam bunu "Paleontolog gibi bir şey." diyerek anlatınca bu benzetmeyi çağrıştıracak bir şeyle taçlandırmak istedik. Eğer bu zıbını kusmuk içinde bırakıp da bok etmezse çocuuum çerçevelettirip duvarına asmak istiyorum. Bakalım, hayaller, hayatlar, ne gösterecek...

Bu arada detaylı ultrason için de pek gönüllü değilim. Önemi var mı bilmiyorum. Sonuçta Avrupa ve Amerika'da bildiğim kadarıyla doğru düzgün ultrason görüntüsü bile almıyorlar, bizdeki ultrason sevdası mı yoksa yapılan şey doğru olan mı, karar veremedim. Ama çektireceğiz artık, doktor istedi bir kere...