12 Nisan 2017 Çarşamba

İşte açıklıyorum: Gurur duyacağım çocuk


Evde kocamla birlikte çok çok severek izlediğimiz ve izlerken deli keyif aldığımız iki program var. Birisi Cutthroat Kitchen-Şefler Yarışıyor, diğeri de Masterchef Junior.

Cutthroat Kitchen izlerken sabotajlara kapılıyoruz, ben orda olsaydım böyle böyle böyle yapardım diye yorumlar yapıyoruz (Genelde ben yapıyorum, kocam mutfaktan bir bok anlamaz).



Ama Masterchef  J. izlerken hayran kalıyoruz. Sekiz yaşındaki bebelerin değme şeflere taş çıkarabilecek tabaklar çıkartmasını geçtim, o yataki bir çocuk yumurta kırsa, çorba karıştırsa mutlu olabilecekken yaratıcı enerjilerini bu denli yemek yapmaya aktarmalarına, yeniden söylüyorum, hayran kalıyoruz. Sadece yemek yapmaları da değil aslında bizi etkileyen şey. Çocuklar o kadar olgunlar ki zaman yönetimi, kriz yönetimi, birbirlerini teselli etmeleri bizi çok şaşırtıyor. Sekiz ve on iki yaş aralığında olan bu çocukların alışık olmadığımız bu davranışları bize çok etkileyici geliyor. Her izledikten sonra tanımadığımız çocuklarla gurur falan duyuyoruz, ne alakaysa?



Jüri velete soruyor;
"Kaç yaşındasın?"
"Sekiz."
"Ne zamandır yemek yapıyorsun?"
"İki yaşımdan beri."
???


Ablacım sen ne yaptın, elinde tavayla mı doğdun, creme brülee tarifi mi fısıldadılar ana karnında, sen milyar, sen milyon?!



En son izlediğimiz programda bir kız çocuğu görüntüsü gerçekten çok güzel bir tabak oluşturdu, ve gözlerimi kırpıştırıp kocama dedim ki:



"Çocuğum okulda ne kadar başarılı da olsa, matematikten 100 de alsa, sınavlarda birinci de olsa, şu çocuğun yaptığı şey kadar gurur duyamazdım herhalde."

Hayatımız o kadar köşelere sıkışmış ki, zevksiz çerçevelerin içinde yaşıyoruz. Aynılık eskiden beğenilmezdi, şimdi aynı olmak moda oldu. Herkesin evinde aynı halıdan var, mutfak dekorasyonları aynı, bebek odaları aynı, insanların saçları aynı renk, dudakları aynı şişkinlikte, aynı hipstar sakalı bırakıyor erkekler ve çoğunlukla aynı şeyleri konuşuyoruz. Eleştiriyorum, ben de yapıyorum. Ama yine de, aynılık sevilmez ki! Yaratıcı değil bir kere, özgür değil.  Çocuk olduktan sonra da kalıplar istemesek de var olacak, ne kadar direnilir, bilemiyorum. Ama aynı kurslara, aynı okullara, aynı dersleri alsın diye göndereceğiz çocukları. Sonra aynı notları alacaklar. Ve biz ebeveynlerimizden aldığımız sufleleri yineleyeceğiz belki de onlara: "Neden 85 de 90 değil?" Çaktırmayacağız ama ruhumuza işlemiş olacak kıyas yapmak, "Hmm, demek Nuri 100 aldı, seninki kaçtı?"

Benim ve kocamın en büyük hayali yaratıcı ve özgür yetişen çocukların olduğu bir yerde yaşamak. Tabii, yetişkinlerin de yaratıcılıklarının ve özgürlüklerinin önemsendiği de. Dünyada böyle yerler var, Türkiye bunlardan birisi değil. Yaratıcılığı inanılmaz önemsiyorum. Bahsettiğim programda yemek yapan ve ideali o olan küçücük veletleri özsaygılarından dolayı için için takdir ediyorum. Aktif spor yapan çocukları, sanatla uğraşanları, bilimsel faaliyette bulunanları, tarım konusunda bilgisi olanları; daha aklıma gelmeyen nice şey var... Buna ortam sağlamak gerekiyor ve bu da kabul etmek gerekir ki tam olarak ebeveynin işi. Yaşam standartı oluşturmasına olanak sağlamak ve daha sonra güvenli bir uzaklıktan seyredip neler olacağına bakmak... Tam olarak bu!

Aslında potansiyeli fark edilse, kalıplara zorlanmasa her çocuktan bir cevher çıkacağına inanıyorum. Ama bunun asla ders notları ile ölçülemeyeceğini biliyorum.

Ve yine, iş dönüp dolaşıp ebeveynlik becerilerine ve tercihlerine geliyor. Dünyaya ve düzene kafa mı tutuyoruz, boyun mu eğiyoruz? Değişiklik yaratmak için adım atmaya cesaretimiz var mı, yoksa bize verilenle idare etmek bizim için yeterli mi? Daha fazlasını istiyor muyuz, yoksa elimizdekine tamah etmeyi mi seçeceğiz?

Çok farklı bir şekilde anlatmak istemiştim. Fakat sözler böyle gelişti.

Sanırım bu durumda başlığı şöyle değiştirmem gerek: "Gurur duyacağım ben"



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder