28 Nisan 2017 Cuma

Kız mı, erkek mi?


Bu haftanın en popüler konusu bu oldu.

Google'da kız mı erkek mi iye aratınca çıkan fotoğraf. LP, sen bunları hak etmiyorsun...

Herkes merakla çocumun cinsiyetini merak ediyor. Ve, her zamanki gibi keman misali gerildim. Sanki bu bir dönüm noktasıymış da, artık dönüşü yokmuş da, sanki ben bu bebeğe, anne olmaya hazır mıymışım da... Gibi gibi gibi bir sürü soru var dünyamda. Bir adım daha yaklaşmak demek sanırım bu. İki dakika daha uyuyayım diye çişimi tutmaya çalışan ben gece birini beslemek için nasıl uyanacağım? Korkuyorum ben bebeklerden.

Çocuk Sahibi Olmayı Düşünüyorsanız Bu Bebek-Kedi Karşılaştırmasını Okumanızda Fayda Var!
Boklu bebek kabusu... 

Bakalım, birkaç saate göreceğiz malumatı...
Bakalım... Bakalım...

24 Nisan 2017 Pazartesi

15. hafta




Dişlerimmmm... Bana dişlerimi geri verin! Bu durumun başıma geleceğini biliyordum; diş etim şişti, diş ipi kullandığımda kanıyor, çok hassaslaştı. Gelecekte bütün diş masraflarımı sana karşılatıcam çocuum, bilgin olsun!

Ücretsiz izin için gerçekçi planlar yapmaya başladık. Bebek kısmeti diye bir şey var ya, öyle derler mantıklı değil ama ne bileyim, insanın motivasyonu mu değişiyor ne oluyor; ben izne ayrıldıktan sonra nasıl standartımızı devam ettireceğiz derken bir anda bireysel görüşme için randevu isteyen insanlar çıkmaya başladı. Ben de uzun bir aradan sonra yeniden bireysel görüşmelere başlamış oldum. Ve sırada birkaç randevum daha var. Benim için inanılmaz keyifli bir süreç bu. Çünkü gerçekten işimi yapmış oluyorum, özel sektörden ayrıldığımdan beri bu doyum hissini çok az yaşadım. Diliyorum ve umuyorum ki böyle devam ederim.

Kafam kaşınıyor.:D Şaç derimde bir tuhaflıklar var; kuru, kaşınıyor. Bir tuhaf. Hamilelikle bir alakası var mı, bilmiyorum. Zaman zaman döküntülerin oluştuğunu söylemişlerdi ama kafamda olabileceğini düşünmemiştim. Geçtiğimiz cuma günü o kadar kaşındı ki canımı acıttım hart hart diye kaşımaktan. Bitli gibi. Bak, deyince yine geliverdi...

İnatla kilo almıyorum. (Ah, bir üzülüyorum, bir üzülüyorum, sorma!) Hala 53.800 civarındayım, başladığımın gerisindeyim. Bugün iş arkadaşlarımdan pozitif geribildirim aldım. "Canın hiç mi bir şey çekmiyor?", "Hiç abur cubur yemek istemiyor musun?" diye sordular. Canım bir şeyler istiyor elbette, ama can çekmeleri ben hamile olmadan önce daha fazlaydı. Olup olmadık yerde alakasız şeyler isterdim. Yapay şeyler istemiyor canım. Özellikle kendim gidip hazır gıda almıyorum. Birisi çikolata vb. bir şey ikram ederse yiyorum ama. Haftada bir sefere falan denk geliyordur o da. Geçenlerde canım şeftali istedi, mevsimi daha değil, ve inatla mevsimi gelmeyen şeyleri yemiyorum. Şeftali işini de geçen yazdan kalan erik suları ile çözdüm. Nasıl güzel geliyor soğuk soğuk o meyve suları. Bu sene daha çok yapacağım.

Dün akşam yemekte kayınvalidem bir defa daha "Sinin iki kişilik yimin liizimm." dedi. Bir de yüzümü gören cennetlikmiş, beni gördüğüne göre cennete gidecekmiş. Ehe, ehe. Espriler havada uçuştu falan. Hayır, istiyorsan gelirsin, istiyorsan ararsın. Bizdeki modellerde "Biz yaşlıyız." savunması var. İstiyorlar ki hep onlar aransın, sorulsun, ilgilenilsin, gidilsin. Desek ki "Biz akşam yemeklerinde hep size geleceğiz." oğluşu ile bir dakika daha fazla geçireceği için dünyeaalar onun olur. Ama yemezler. Ben bu tip rutin işleri yapmayı sevmiyorum. Aramış olmak için birini aramayı sevmiyorum, zorunluluktan birini görmeyi sevmiyorum, kimse de beni zorunluluktan görmesin bir zahmet. Ben gücenmem, başkasının gücenmesini de kusura bakmasınlar kıçıma takmam. (Anan hariç de!) O bana kendince laf geçirmeye çalışırken ben de "Havalar da pek soğudu." manevrasıyla durumu geçiştiriverdim. Ama bir gün, kendimi tutamıycam sonra olaylar olaylar... Sen koru yearebbim!



Geçenlerde de halam yazdı;

"Caanımm Jr. nasıl?"
"İyiyim halacım, sen nasılsın?"
"Senin iyi olduğuna sevindim ama ben Jr.ı soruyorum." (???!!)
"M.'yi (kedi) soruyorsan, o da iyi, gırlayıp duruyor işte."
"..."
"Bebeği soruyorsan henüz parazit yaşam formu olduğu ve kendisiyle iletişim kuramadığım için, bir şey diyemiyorum."
"Nasıl yani?"
"Ben iyiyim, dolayısıyla o da iyidir herhalde."

Ulen duruma bak. Beni soracaanız beni! Adamı delirtmeyin. Ne bileyim ben bebek nasıl? Bir dahaki benzer diyalogda -Ki performans sanatları ustası kaynanam dün bebeği (de) sordu. Ayrıca beni (de) sorduğu için affettim ama dilimin ucuna gelmedi değil. Tabii piremsesliğe bok sürmemek de var.- "Ooo soranlara çok selamı var. Büyüklerin ellerinden küçükleri gözlerinden öpüyormuş." diyeceğim.

Önce beni soracaksınız!!!

Her seferinde ciddi başlayan yazılarıma contayı yakarak devam ediyorum. Allaahın işi işte...

Mortgage ile elektrik süpürgesi sahibi olduk. Ne zamandır aklımızdaydı, cart diye aldık, nasıl oldu, ne ara elimizde poşetle mağazadan çıktık bilemedim. Kocam "Böyle iyi pazarlama yapan adamlara dayanamıyorum yeaa!" diye söyleniyordu çıkarken. Ama gözlerimiz de ışıl ışıldı. Geleceğe umutla bakıyorduk. Artık bizim de bir Dyson'umuz vardı, evde tek bir toz, tek bir kedi kılı, tek bir koca kılı ve tek bir kadın saçı kalıntısı bırakmayacaktık. Temiz sandığımız halımızın dörtte birini paketten çıkan makinenin kalan iki dakikalık şarj ile süpürdük. Sonra gözlerimiz kanadı. Bizim eskisi gırgırmış da haberimiz yokmuş. Çok sevdik, çok pratik geldi. Hantal süpürge almak istemedik, şarjlı süpürge aldık. Şarj süresi dışında yakınabileceğim bir sıkıntısı yok. Yüksek hızda 6, standart hızda 15-17 dk dayanıyor. İki katlı ev için yetmez, ama evet işte... (Kendimden tiksindim, ıyy.)

Sevmek bir ömüüüürr sürerr, süpürmeeeeeek 6 dakikaaaaa


Dün rüyamda erkek çocuk sahibi olduğumu gördüm. O kadar üzülüyorum ki, sanki bir şeyi kaybetmişim gibi. Sabah uyanınca kendimden utandım; bilinçdışı. Ben yapmadım, buzdağının görünmeyen yüzü yaptı. Tööbeee töbeeeeee. Tabiiğğ ki sağlıklı olsun, yeter. ( Ki, daha önce özel çocuklarla çalışan, lisans eğitiminde çokça bilgi edinmiş biri olarak gelişimsel veya fiziksel bozukluk/gerilik bütün anne adayları gibi beni de çok korkutuyor. Herkes için zor, dilerim hiçbirimiz yaşamayalım, sağlıklı çocuklarımız olsun.)

Bu hafta doktora gideceğiz, büyük ihtimalle bir tahminde bulunacak doktor. Çıkarım demek mi daha doğru acaba? Eskiden nedense erkek çocuğum olsa daha mutlu hissedermişim gibi düşünüyordum. Çok önceden, evlenmeden, kocamla tanışmadan evvel. Sanırım kaynanamın annelik örüntüleri biraz etkiledi beni. (Bu haftanın gıybet konusu kaynanam oldu.) Tüyler diken...

Başka da anlatacak bir şey kalmadı galiba. Kendimde ne değişti, ne farklı, doğru düzgün fark edemiyorum. Çünkü sanki hamile değilmişim gibi. Önde birazcık büyüyen göbeğim dışında başka adam gibi bir belirtisini hissetmediğim için günler aynı rutinde akıp gidiyor benim için. Hiç şikayetçi değilim. Geçen ay az biraz belirti yaşadım da aklım çıkıyordu neredeyse hastalandım diye. Bence doğuma dek, doğum sonrası da dahil, ne bileyim 18ine gelip evden ayrılana dek (Bak bak, sanki Amerigan anası, laflara bak) hayatımda hiçbir şey değişmemiş gibi yaşayayım.

Çocig benden bağımsızlaştığında ben...


 Sakin sakin, özgür özgür...






20 Nisan 2017 Perşembe

Bebek kakasına giriş


Her bir şeyi tamamdı, bir boku kaldıydı.

Annem diyor ki, şimdiden bebek bezi biriktirmeye başlayın, sonrasında size sıkıntı olabilir. Sıkıntıdan kastı, ekonomik olarak gelecekte bebek bezlerinin aile bütçesini sarsabilme ihtimali. Fakat bunun da şöyle bir sıkıntısı var. Birincisi özellikle yenidoğan için tam kilosunu ebatını kestirememek. İkincisi hangi bezin bebek için daha kullanışlı olacağını çözememek. Bunun için deneyim gerekli, dolayısıyla da bebe doğmadan bir fikir yürütmek pek mümkün değil.

Bkz. Amerikalı stokçular

Ben düz bir insan değilim. Bu hayatta gerçekten önem verdiğim üç beş şey var, onların değerini kaybetmemesi için eğer bir şey yapmazsam kendimle çelişirim. Önem verdiğim şeylerden bir tanesi de çevre sorunları ve kaynak kullanımı. Herkes kendince bir çevre duyarlılığı geliştirmiş durumda ve herkesin bir sınırı var. Konfor bazı durumlarda duyarlılıktan önce gelebiliyor, herkesin kendini esnetebilme becerisi farklı.

Özellikle son zamanlarda günlük gazetelerde, dergilerde de yer alan temizlik ürünlerinin zararları konuşuluyor. Evi klorak ile (İzmirli olmayı insanların gözüne sokmak!) sıvazlayıp annelerimizin tabiri ile "hijyenik" hale getirmek artık eskisi kadar popüler değil.- En azından tartışılmaya başlandı. Zehirsizev isimli web sayfasında hem araştırmalar, hem evde yapılabilecek sağlık/temizlik ürünleri tarifleri var. Meyvelitepe isimli web sayfasında - ki bu insanlara tanımadan tapıyorum- doğal yaşam, bitki yetiştiriciliği, fermantasyonlar, deneyler... Çokça aydınlatıcı bilgi var. Son derece farklı bir yaşam şekilleri var ve o kadar özeniyorum ki beni yanlarına fahri kızları olarak alsalar dünyanın en mutlu insanı olabilirdim.

Nereden nereye atladım. Ama bağlayacağım. Bebek bezleri hakkında düşünmeye başladığımda daha bebekleme planım bile yoktu, araştırmıştım. Bu işin "biraz daha" çevre dostu olan yolu olabilir miydi? Sadece bebek için de değil, kendim için de tekrar kullanılabilir pedlerden almayı düşünüyordum. Bu dönemde gebe olduğumu öğrendim, kendim için bir süre ped almaya gerek kalmadı, ama bebek bezi meselesi ortaya çıktı.

Çılgınlık yapıp kağıt bebek bezleri yerine yıkanabilir bebek bezi almayı düşünüyorum.

Neden böyle bir şey yapmak istiyorum? ( "Deli mi sevdi?" haricindeki maddeleri içerir)

Yeniden kullanılabilir şeylerin daha çevreci olduğunu düşünüyorum. Tamam, onları üretmek için de fabrika çalışıyor, dolayısıyla atık da üretiyorlar. Fakat ben onu aldıktan sonra kuvvetle muhtemel çocuk bezi bırakana kadar kullanacağım. (Ürünler için bunu vadediyorlar) Ve keşke ihtiyaç olmasa da bez kullanmak zorunda kalınmasa, ya da çok az kullanılabilse. Bkz. tuvalet iletişimi.



Bebekleme sektöründe bana en sempatik gelen şey


Daha ekonomik olduğunu düşünüyorum. Kullanan kişiler bezin üzerindeki kalıntı akıtıldıktan ve kısa programlı bir yıkama yapıldıktan sonra bezlerin de diğer giysilerle yıkanabileceğini söylüyorlar. Şunu düşünüyorum, iç çamaşırları bir arada yıkanabiliyorsa bunlar da aynı şekilde temizlik problemi yaratmayacaklardır. Bir bebek için toplam ne kadar bez masrafı yapılıyor bilemiyorum, kesin çoktur. Bu bezler de çok ucuz değil, hesap yapmadım ama kesin daha az para harcanıyordur, kesin ama kesin!

Bir de işin "challenge" kısmı var. Bu tamamen kişisel doyum arayışımla alakalı. İlerde bebekli analarla konuşup "Ben bebeyimi yıkanabilir bezlerle büyüttüm tağam mıııı!" diye hava atacağım. Ahhahaaa, hayallere bak. Süreç içindeyken kesin "Ne bokuma başıma iş aldım, neden kağıt bez kullanmadım, seksenli yıllarda mı yaşıyoruz, hölölölöööö." diyeceğim fakat yapmak istiyorum. Dikkat etmek istiyorum.



Uygulayan kişilerin yazdıklarını okudum. Çok zorlanmadıklarını söylüyorlar, bir süre sonra rutine oturtulabildiğini söylüyorlar, farklı markaların kıyaslamalarını yapmışlar, güzel yazılar var yani. Heyecanlanıyorum okurken.

Ne yapmalı? Uykusuz gecelerle boğuşurken bu risk altına girmeye değer mi?








19 Nisan 2017 Çarşamba

Bazı şeyler önemlidir


Ve bu önemli şeyler ne yazık ki başkaları tarafından alaşağı edilmektedir.

Kendimi koruyamıyorum, haklarımı koruyamıyorum.

Bu çocuğu nasıl koruyacağım ben? Kimselere güvenemeden?

İlla gitmek mi gerek yani? Böyle mi olması gerek?

17 Nisan 2017 Pazartesi

14. Hafta




Hımmm, bakalım bakalım, bu haftaya dair ne anlatayım...

Zaman içindeyken yavaş, geri dönüp bakıldığında hızlı ilerliyor. Ve geçip giderken öyle ne olmuş çok da anlamıyorum, sanki bir önceki haftayla aynıymış gibi, sanki değişiklik olmamış gibi.

Duygulanıp ağladığım şeyler arttı. Ağlamak o kadar kontrolsüz geliyor ki, tutmaya çalışsam da kendimi durduramıyorum. Sinirden, üzüntüden ağlamak gibi değil ama, boş ağlamak. Yaşamayan birinin çok anlayabileceğini sanmıyorum.

Bu hafta en çok duyduğum şey, "Kız mı, erkek mi? sorusu oldu. Her "Bilmiyorum." cevabından sonra, "Peki sen ne hissediyorsun?" diye sordular. Bir hissim yok, zaten olsa da sallamış olacağım, geçerliliği olan bir şey de değil sonuçta.

Ama yine de kız olsa fena olmaz diyorum. Kedi oğlandan sonra insan kız sevimli olabilirdi. (Evet, kedimi de çocuğum gibi görüyorum, evet, evin bir ferdi de o.)

Akrabalarla paylaşmış olduk; tebrikler, minik hediyeler, pastalar, ziyaretler bir miktar daha motivasyonumu arttırdı. Diyorum ya, çevremdeki herkes benden daha coşkulu karşılıyor bu durumu, gece uykusuzluğumda coşkulananları yardıma bekliyorum. Kıps!

Sürücü kursu nedeniyle çok yorucu bir hafta geçirdim. Beslenme düzenim bombok oldu. Akşamları hep saçma şeyler yemek zorunda kaldım. Ama bir haftaydı ve bugün son gün. Toparlayacağım umarım. Ama kursun şöyle bir artısı oldu, çok olmasa da her gün eve dönerken yarım saat yürüyüş yaptım. Devam ettirmeyi istiyorum, o bile bana kendimi iyi hissettirdi. Kendim için bir şey yapıyormuş olmak, yarım saat de olsa bedenime iyi gelecek bir şeyi yapmak güzel bir histi. Artık hava geç kararıyor, yemekten sonra çıkar yürürüm. Tabii, kavurucu sıcaklar başlayana kadar. O da taş çatlasın bir ay yapar.

Karnım büyüyor, pantolonlar ağlıyor. Etekler emekli oldu, elbiseler direniyor... Cumartesi günü bir arkadaşımın düğünü vardı ve ben tam olarak şöyle bir şeydim:


Sorry, not the fan of KK
Orutamadım, patlayacak gibiydim, halbuki elbisenin bel kısmı hariç her yeri de büyük geliyordu bana. Bol giyeceklere terfi zamanı gelmiş.

Şimdiye dek spor sütyenlerine nedense bir karşı çıkışım olmuştu. Bu hafta gaza gelip kendime iki tane aldım. Lan... Rahatmış iyi mi? :) Bundan sonra memelerin en yakın arkadaşı: 1. sütyensizlik, 2. spor sütyenleri. Bir de annemin gaza gelip aldığı emzirme sütyeni var. Normalde bedenim 75 A. A cup Türkiye'de çokça satılmıyor ben de genelde 75 B alıyorum, ekssstra desteklilerinden. Annemse bana gitmiş 85 (yazıyla seksönböööşşş) C beden emzirme sütyeni almış. Bi' de diyor ki "Satıcı kız da aynı senin gibi minyondu, ona sordum öyle aldım." Acaba o satıcı kız benim memesiz olduğumu biliyor muydu? Kaldı ki minyon olup da memesi olan çok insan var.

Aha da bu! Ama böyle kibar durmuyor, babaannemin çamaşırları gibi korkutucu!!!

Üzerime giydiğimde bedenim ve çamaşır arasında neredeyse bir karışlık boşluk kalıyor. Bu memeler emzirme zamanında ne kadar büyüyor arkadaş?

Başka da çok bir değişiklik yok gibi bende. Daha çok alıştım, kanıksadım. Yorgunluk azaldı, akşam oturup film izleyebilen insan kıvamına geldim. Fena değil yani bu aralar. Böyle devam etmesini umuyorum. İiişallah, maaaaşallah...

Çok yakışıklısınız hocam <3




13 Nisan 2017 Perşembe

Biz hayata nereden bakıyoruz?


Dünden yola çıkarak aslında benzer bir konuyu devam ettirmiş olacağım. Doğmamış çocuğa don biçmekse eğer biçtim, diktim, giydirdim bile.

Şu anda müzik listemde tesadüfen Feridun Düzağaç'ın Boş Ders Şarkısı çalmaya başladı. Lise- üniversiteye başlangıç sırasında muhtemelen keyifle dinlemiş ve isyan etmiştim. Çünkü sistemden memnun değildim, hayatımın merkezinde ders çalışmak vardı, eğlenceli değildi, hatta babamın meşhur bir sözü var, benim ve yazlıktaki arkadaşlarımın beyin donması yaşamamıza neden olmuştur: "Bakın çocuklar, bu sene ölün(?!), bu yıl ölü seneniz olsun, seneye ne istiyorsanız yaparsınız." -Yapamadılar-


Hatta bir arkadaşım "Ama benim sınava daha iki yılım var." demişti. "O zaman sen iki sene öl." diye cevap vermişti Hitler babam.


Neyse, konumuz babam değil.

Şimdi daha farklı bir algıyla dinliyorum aynı şarkıyı. Diyor ki, "Hangi deniz nereye dökülüyor, bana ne?"  Peki, tamam, sınavlara karşıyız da, ulen cahil, önce deniz mi bir yere dökülüyor demek lazım, hadi bunu geçtim,peki bunu bilmek istememe ve bilginin değersizleştirilmesi hali ne olacak? Ne bileyim, bu yaşımdaki ben olarak sevmedim bu yaklaşımı.

Ders gibi değil, hayatın parçası olarak görmek gerekli değil mi alınan eğitimi? Fizikten neden nefret ettik? Biyolojiden neden uzaklaştık bu kadar, incelediğimiz bir anlamda kendimizken... Edebiyat ezberden ibaret görüldü, Namık Kemal'i öğrendik, ama sindiremedik. Tarih, düşmanların denize döküldüğü, savaşların, kılıçların ve kahramanlık destanlarının aktarıldığı, milli duygularımızı kabartıp kabartıp içini doldurmadan sonrasında foş diye söndüren bir hal aldı. Nitekim, günümüzde de bunun sonuçlarını yaşıyor, bunun acısıyla boğuşuyoruz. Öğrenilmedi, içselleştirilmedi. Hala Kıbrıs adasının Yozgat'a komşu olduğunu sanan insanlar var, sonra da çıkıp hangi deniz nereye dökülüyormuş da bana neymiş... Hadi ya!

Bilim kıymetlidir. Okulların bir amacı da bilimi işlevsel hale getirmektir. Bilim küçümsendikçe, uyduruk notlara, ezbere indirgendikçe yetiştirdiğimiz çocuklardan bir bok olmaz, kabul edelim. Bilim; edebiyatın, sanatın, sporun, hayatta kalmanın içinde yer alır. Şu anda yaşamakta, hayatta kalmakta zorlanıyoruz ya, bunun en temel nedeninin bilgiyi küçümsemek olduğunu düşünüyorum.

Beslemek, büyütmek, bakım vermek, sevmek çok önemli. Bebek doğduktan sonra uzunca bir süre başka bir şeye ihtiyaç duymuyor olabilir. Ama beni daha çok sonraki adımlar heyecanlandırıyor. Bir çocuğun eleştiren, neden diyen, soran, okuyan, bilmeye önem veren savaşçı ruhlu olmasına olanak sağlamanın da eş derecede önem taşıdığını düşünüyorum.

Okullarımız ve Feridun Düzağaç başka düşünüyor olabilir ama, ben hangi nehir nereye dökülür, hangi formül o bileşeni oluşturmuştur bilgisine çok önem veriyorum. Ezberine değil ama, bilgisine.

12 Nisan 2017 Çarşamba

İşte açıklıyorum: Gurur duyacağım çocuk


Evde kocamla birlikte çok çok severek izlediğimiz ve izlerken deli keyif aldığımız iki program var. Birisi Cutthroat Kitchen-Şefler Yarışıyor, diğeri de Masterchef Junior.

Cutthroat Kitchen izlerken sabotajlara kapılıyoruz, ben orda olsaydım böyle böyle böyle yapardım diye yorumlar yapıyoruz (Genelde ben yapıyorum, kocam mutfaktan bir bok anlamaz).



Ama Masterchef  J. izlerken hayran kalıyoruz. Sekiz yaşındaki bebelerin değme şeflere taş çıkarabilecek tabaklar çıkartmasını geçtim, o yataki bir çocuk yumurta kırsa, çorba karıştırsa mutlu olabilecekken yaratıcı enerjilerini bu denli yemek yapmaya aktarmalarına, yeniden söylüyorum, hayran kalıyoruz. Sadece yemek yapmaları da değil aslında bizi etkileyen şey. Çocuklar o kadar olgunlar ki zaman yönetimi, kriz yönetimi, birbirlerini teselli etmeleri bizi çok şaşırtıyor. Sekiz ve on iki yaş aralığında olan bu çocukların alışık olmadığımız bu davranışları bize çok etkileyici geliyor. Her izledikten sonra tanımadığımız çocuklarla gurur falan duyuyoruz, ne alakaysa?



Jüri velete soruyor;
"Kaç yaşındasın?"
"Sekiz."
"Ne zamandır yemek yapıyorsun?"
"İki yaşımdan beri."
???


Ablacım sen ne yaptın, elinde tavayla mı doğdun, creme brülee tarifi mi fısıldadılar ana karnında, sen milyar, sen milyon?!



En son izlediğimiz programda bir kız çocuğu görüntüsü gerçekten çok güzel bir tabak oluşturdu, ve gözlerimi kırpıştırıp kocama dedim ki:



"Çocuğum okulda ne kadar başarılı da olsa, matematikten 100 de alsa, sınavlarda birinci de olsa, şu çocuğun yaptığı şey kadar gurur duyamazdım herhalde."

Hayatımız o kadar köşelere sıkışmış ki, zevksiz çerçevelerin içinde yaşıyoruz. Aynılık eskiden beğenilmezdi, şimdi aynı olmak moda oldu. Herkesin evinde aynı halıdan var, mutfak dekorasyonları aynı, bebek odaları aynı, insanların saçları aynı renk, dudakları aynı şişkinlikte, aynı hipstar sakalı bırakıyor erkekler ve çoğunlukla aynı şeyleri konuşuyoruz. Eleştiriyorum, ben de yapıyorum. Ama yine de, aynılık sevilmez ki! Yaratıcı değil bir kere, özgür değil.  Çocuk olduktan sonra da kalıplar istemesek de var olacak, ne kadar direnilir, bilemiyorum. Ama aynı kurslara, aynı okullara, aynı dersleri alsın diye göndereceğiz çocukları. Sonra aynı notları alacaklar. Ve biz ebeveynlerimizden aldığımız sufleleri yineleyeceğiz belki de onlara: "Neden 85 de 90 değil?" Çaktırmayacağız ama ruhumuza işlemiş olacak kıyas yapmak, "Hmm, demek Nuri 100 aldı, seninki kaçtı?"

Benim ve kocamın en büyük hayali yaratıcı ve özgür yetişen çocukların olduğu bir yerde yaşamak. Tabii, yetişkinlerin de yaratıcılıklarının ve özgürlüklerinin önemsendiği de. Dünyada böyle yerler var, Türkiye bunlardan birisi değil. Yaratıcılığı inanılmaz önemsiyorum. Bahsettiğim programda yemek yapan ve ideali o olan küçücük veletleri özsaygılarından dolayı için için takdir ediyorum. Aktif spor yapan çocukları, sanatla uğraşanları, bilimsel faaliyette bulunanları, tarım konusunda bilgisi olanları; daha aklıma gelmeyen nice şey var... Buna ortam sağlamak gerekiyor ve bu da kabul etmek gerekir ki tam olarak ebeveynin işi. Yaşam standartı oluşturmasına olanak sağlamak ve daha sonra güvenli bir uzaklıktan seyredip neler olacağına bakmak... Tam olarak bu!

Aslında potansiyeli fark edilse, kalıplara zorlanmasa her çocuktan bir cevher çıkacağına inanıyorum. Ama bunun asla ders notları ile ölçülemeyeceğini biliyorum.

Ve yine, iş dönüp dolaşıp ebeveynlik becerilerine ve tercihlerine geliyor. Dünyaya ve düzene kafa mı tutuyoruz, boyun mu eğiyoruz? Değişiklik yaratmak için adım atmaya cesaretimiz var mı, yoksa bize verilenle idare etmek bizim için yeterli mi? Daha fazlasını istiyor muyuz, yoksa elimizdekine tamah etmeyi mi seçeceğiz?

Çok farklı bir şekilde anlatmak istemiştim. Fakat sözler böyle gelişti.

Sanırım bu durumda başlığı şöyle değiştirmem gerek: "Gurur duyacağım ben"



11 Nisan 2017 Salı

Sevgili çocuğum;


Çok özür dilerim ama "Cınım kızoşum/oğluşum, anneciğinin neler yaşadığını bilsen... Seni haber aldığımızda ni kıdır dı mutlu olmuştuk... Hayaller kurmuştuk... Babişkon da şöyleydi böyleydi..." yazıp da ortalığı erimiş şekere bulayamayacağım.

işediği aparatta çift çizgiyi görünce dünyası karışan potansiyel anne

Hayır, ben romantik bir insan değilim. Hayır, baban da değil. Ve hayır, hamilelik de romantik bir şey değil.

Tamam hatunlar, bebeklemek her şeyden önce geliyor, yavruşlarınızı dünyanın en birinci harikası sayıyorsunuz, her şey onunla güzel oldu, çatlak memeleriniz, uykusuz gözleriniz, yarı fonksiyonel çalışan zihniniz falan umrunuzda değil. Evet... Evet ama ben bu dilden çok sıkılıyorum ya. Yemin ediyorum Romeo & Juliet'in içine at beni, in aşağı tut beni gibi bir şey. Fenalıklar geliyor.

Ha, nereden delleniyorum. Bloglara bakıyorum. Aman yarebbiiii, herkeşler sultan, herkeşler şehzade. Herkesin oğlan paşa, herkesin kızçe piremses. Bu kadar yoğun duygulanım nasıl yaşanıyor, anlamıyo-. Anlıyorum aslında. Muhteşem instagram analıkları bunlar değil mi? Nasıl da kilo verdim, nasıl da bebemi giydirdim, nasıl da yedirdim, nasıl da sevimliyiz bak, gece boyu uyumadım ama emrine amadeyim bebeyim... Bi' gidin allah aşkına yaa...

Kusmuklu sümüklü falan...

Yapma bebeğin bakışları bile tehditkar, "Sülalenizi seveceğim" ("Getirin ipek urganı") diyor.


İşte özsaygı dediğin böyle bir şey olmalı!
İn babasıııı, gelldiii...


Sinirlendim saçma sapan bir şekilde.

Hayır bir de, işin davranışsal yönünü düşünebiliyor musunuz? Sizin evinizde paşa olan ve piremses olan yerden bitmeler dünyaya açıldıkları zaman da aynı abartılı ilgiyi, özeni ve kayırmacılığı çevrelerinden de görmek istiyorlar. Ondan sonra psikologlara koşuyorsunuz benim çocuk kakasını tuttu, çişini yatağa yaptı, kreşe direndi, öğretmenine tükürdü, tırnaklarını yedi, saçını kemirdi, parmağını emdi falan filan diye. * Bunun büyük sorumlusu davranış kalıpları. Hayatı normal olarak göstermediğiniz çocuklardan onu normal olarak algılamasını da bekleyemezsiniz. Eyyy, analar! Çocuğunuz bir prens ya da prenses değil, kraliyetlerde yaşamıyoruz ki, yaşasaydık da çoğumuz halk tebaası olacaktık. Kapiş? Bir de bu algının gelecekte eş seçimi motivasyonuna olan etkisi var ki bir Azmi Varan dinleyince "Aaaaeeee" diye bir aydınlanma yaşamamak mümkün değil.

Çocuğum,
Ben de insanım. Ve duygu denilen, bir takım kimyasalların salgılanmasıyla birlikte hayatımıza şekil veren, yaşama şeklimizi belirleyen şeyler ile yaşıyorum. Dolayısıyla, sana, bana, elaleme; en yakınımdan en uzağıma her türlü şekillenebilir bu durum. Ve inan, romantik gebe analarına bakma sen, gebelik kafası diye bir şey var. Ve öyle bir dalgalanmaya neden oluyor ki, yaşasan aklın şaşardı.

Sen spontandın. Ve spontanlığın gerektirdiği gibi, seni kendi başa çıkabildiğimiz şekilde karşıladık, karşılamaya çalışıyoruz.

Bu anne babadan vıcık vıcık bir çocuk çıkmaz diye düşünüyorum. Günün birinde sorarsan eğer gebelik falan nasıldı diye (Bence bana değil de babana sor o daha güzel anlatır), kusura bakma ama mizah içinde "Valla bok gibi bir şey." diye cevap vereceğim sana.

Benim için gebelik tanımı


Vallahi senle alakalı değil. Bize gelişi böyle!


* Taşlama yaparken anlatımı abarttım. Asla ama asla çocukların bahsettiğim davranış sorunlarını küçük görmüyor, aksine son derece önemsiyorum. Bizler taş üstüne taş koyar gibi büyüyoruz. Anılarımız, yaşantılarımız, deneyimlerimiz, ilişkilerimiz, iyi kötü her şey bizim şimdi olduğumuz kişi olmamıza neden oluyor. Bu, doğumdan hatta araştırmalara göre doğum öncesinden itibaren bizi biz yapan her şeyi kapsıyor. Aslında isyan etme sebebim de bir anlamda bu. Çocuklarımızı yetiştirirken ek sıfatlar kullanmamıza gerek yok. Çocuk sıfatı yeterince iyi ve nitelikli zaten. Nasıl ki aşırı tatlı yemek bünyeye zararlıysa davranışlarda da aşırıya kaçmak zararlı. Kararında olalım. Bak o zaman dünya daha güzel olacak, söz. ( Buraam burammm sosyal mesaj verme çabası.)

10 Nisan 2017 Pazartesi

13.Hafta


Çünkü, cumadan cumaya hafta devri yapıyoruz!

Hayatımda değişen bir şeyler oldu mu? Düşününce yok gibi, ayrıntılandırınca var gibi...

12 ile 13 arasında fark var diyebileceğim tek şey yaşam kalitemdeki artış oldu. Hala yemek yerken bir miktar zorlanmakla birlikte enerjim daha fazla ve ben bu enerjiyi daha verimli şekilde kullanabiliyorum. Uyku düzenim bir miktar da olsa normalleşmiş durumda. Mesela geçen akşam arkadaşlarımız geldi. Vicdansızlar rakı balık yaptılar, ben bön bön bakakaldım (Şaka şaka, canım rakı istemedi). Gittiklerinde saat biri geçiyordu. Mutfağı topladım, asılacak çamaşır vardı, onları astım öyle yattım ve saat yedide uyandım. Ertesi günü de bir şekilde kotardım. Yani, çok da acınası bir durumda değilim artık.

Hala insanlara söylemekte zorlanıyorum. "Bin hımiliyim!"

Halalarımla paylaşmadım, belki babam boşboğazlık yapıp söylemiştir, onlar da benden bekliyorlardır, bilemiyorum. Ama annem geçen gün kuzenime söylemiş. Sonra ben geri aradım kuzeni.  Konuşma başladıktan sonra sorun olmuyor da, ne bileyim, vallahi zor!

Çocuğumuza aldığımız ilk şey bir adet leğen(!) oldu. Bir grup insan buna bebek küveti de diyor. Ama bizce genişçe bir leğen. Giderli aldım özellikle, çünküü bilen bılogır anneleri giderli alınmasını tavsiye etmişti. Az daha büyüğü olsa ben de kullanabilirdim bence. Hatta kocamla düşündük, "Lan, acaba büyüklerinden de var mıdır?" diye. Çok afedersiniz altı odalı, dört tuvaletli (3 tanesi banyo özellikli) evimizde bir adet küveti bize çok görmüşler. O yüzden içimde yaradır, küvete oturup da foşur foşur yıkanamıyorum, sütlü banyolar yapamıyorum!

Şu elimde görmüş olduğunuz leğenin aynısından aldık. İçinde filesi falan yok. A101den 15 tl'ye aldık. Görseli de e-bebek web sayfasından aldım. Tahmin edin, orada kaç para? Fakiriz ama salak değiliz olm! 

Hayaller, hayatlar... Bu arada Gugıl'ın, Bülent Ersoy'un sütlü banyo fotoğraflarını bulabilmesi için daha çok çalışması lazım. 
Bebek için alışveriş yapma konusunda gerçekten ama gerçekten çok çekiniyorum. Çünkü o kadar fuzuli olan şey var ki! Ve çok pahalı. Nefret ettiğim iki sektör var, birincisi düğün dernek sektörü, ama A-Z olarak her şeyiyle, ikincisi de bebekleme sektörü. Yolunacak kaz mıyız olm! Hedefim, aldığım ve bana verilen bütün bu eşyaları paketleyip paketleyip birilerine vermek. Tabii, kendi kafamda olan birilerine. (Yoksa çöpe atarlar, görgüsüzler!)

Aaa, fark ettiğim bir de göbek farkım var. Göbeğim artık dışarıdan belli oluyor, pantolonların beli olmuyor. Elbiseler can kurtaran! Az daha hava ısınsa, o zaman her şey çok daha güzel olacak.

Bir bomba da kendimle ilgili; sürücü kursuna yazıldım. Hala çok inanamasam da sanırım şeytanın bacağını kırıyorum.

Sanırım, güzel günleri görmeye başladım. Bence kutsal üç aylara giriş yaptım.

7 Nisan 2017 Cuma

Gebeyim, alkol aş eriyorum!


Oha!
Oha mı?!

Alkolik falan değilim, hayır, ama alkol almaktan, tüketmekten ve yapılış şekillerini görmekten/okumaktan/ dinlemekten deli gibi keyif alan biriyim.

Nereden esti, nasıl açtım ben o sayfayı bilmiyorum ama ekşisözlükte gezerken bir anda evde bira yapımı başlığı ile buluştum. Tam 27 sayfa yazmışlardı, üşenmedim, hepsini okudum. İlk iş, en uygun zamanda bir bira yapım kiti elde edip evde kendi minik, mutlu, çakma Guiness'lerimi yapmak. İnsanlar yaptıkları biralar için demişler ki "Hepsi benim bebeklerim." yemin olsun yapmadan doğurmak için heves ettim. - Kusura bakma insan çocuğum; annen biraz çatlak.-

Şu benim düğün fotoğrafım olsaydı ne hava atardım...


Kendi keyifli bulduğum, ilgi alanıma giren şeylerle uğraşmayı çok seviyorum. Mesela marangozluk, boyacılık, alkol, örgü, tüplü dalış, yüzmek, tırı vırı şeyler. Bunu daha önce de dile getirmiş ya da ima etmiş olabilirim bilmiyorum ama çocuk sahibi olmak veya bakmak bu kategoriye giren şeylerden biri değil benim için. O yüzden hiçbir zaman idealim çocuk bakmak ve onu şekillendirip geliştirmek olmadı. Pek çok insanın böyle idealleri var. Ve yaşamlarındaki öncelik bu olabilir. Benimki değil. Değer vermiyor değilim, ama başka şeylerden de çok keyif alıyorum, ve başka şeyler de üretmeyi seviyorum. Belki de bu beni doyuruyor ve yetiyordur. Çocuk yeni bir kapı olacak benim için.

Neyse işte, şimdi yaz geliyor, sıcaklık uygun olmayacak mayalama için, bu yüzden bir sonraki kışa saklıyorum bira yapma işini. Ama nasıl gaza geldim anlatamam! Ordan bir arkadaşımla konuştuk, kendi şaraplarını yapıyorlarmış, haydiii, aldı mı beni bir tutku daha. Denizli'de hasata gideceğiz, ben bu yıl uğraşamasam da babama veriri o bulur yaptıracak birilerini. Derken derken, likör takıldı aklıma. Elimde bahçeden gelen bir torba limon var, bir şey de yapamıyorum. Bozulacak diye üzülüyorum. Aklıma limonçello geldi. Lan, dedim, bak bunu şimdi yaparım işte. Haftasonu özel bir görevim var! Yaşasın ev yapımı içkiler!


Buram buram koksa limonlar...


Hamileyken alkol mu içiyorum? Hayır, içmiyorum.
It was just a sip! A lovely sip!


6 Nisan 2017 Perşembe

"Ama sen yersen bebegin de kilo alır."





Aslında bu tam olarak geçen hafta yazmayı planladığım bir yazıydı.

Tipik anne cümlesi: "Ye çocum, ye yıvrım, ye, bebeğin de büyüsün!"

Bu genelde kadınlardan kadınlara aktarılan bir şeydir. Ben kendi babam hariç - Ki onda da huysuzluk, mızmızlık, dırdır gibi ne yazık ki kadınlara yakıştırılan bir takım özellikler fazlasıyla mevcut, bu nedenle bu kategoriye dahil edebilirim.- kocam dahil hiçbir erkeğin bana "Aaaa ama bak kuş kadar yedin, yemezsen bebek nasıl büyüycek, cık cık cık..." dediğine tanık olmadım.

Ama anneler... Ah o anneler öyle mi?

Hele ki gebeliğin ilk başlangıcında, kendileri de alışmanın nasıl zor olduğunu domuz gibi bildikleri halde "Ye!" dayatmalarına başlarlar.

Eevet, eevet, biliyorum, kötülük yapmak için değil, iyilik olsun diye, bana/bebeğe sorun olmasın diye söylüyorlar, evet biliyorum. Ama saçma bir şey yapıyorlar, bunu da biliyorum.

Öncelikle, kadınlar büyük çoğunlukta gebelik başında yemek yeme ile ilgili sorun yaşıyorlar. İlla bulantı, kusma, mide krampları geçirmesine, serumlara mecbur kalmasına gerek yok. Düzen bir şekilde değişiyor. Kişinin sevdiği şeyler sevmediği, iştahlandıran şeyler tercih etmeyeceği şeyler olabiliyor. Herkeste farklı oranlarda, farklı davranışsal sonuçlar ortaya çıkıyor. Ve doktorların da özellikle hemfikir olduğu bir nokta var. Bebek, eğer ki kan tahlillerinde çıkan sonuçlara göre bir problem gözlenmediyse annenin depolarından -öncelikle- kendisini besliyor. Geri kalan beslenme rutini de bir şekilde bir şeyleri yerine koyuyordur. Buna inanıyorum. Bilimsel bir şey söyleyecek bilgim yok, ama işin ruhsal boyutunu değerlendirebilirim en azından. Ve işin ruh sağlığı boyutunda potansiyel annelerin "Ye, ye, ye; yemelisin, bebeğin büyümez yoksa." gibi geri bildirimler alması hiç de iyileştirici olmuyor. Kaldı ki bu tavsiyeler çözüm getirmiyor. Çözüm için bkz, "Sana çorba pişirdim." ya da bkz. "Yemeni kolaylaştıran bir şey var mı, yapmamı ister misin?"

Kendime baktığımda, ideal kilomdan birkaç kilo fazla ile gebe olduğumu öğrendim. Hatta o dönem içinde yediklerime dikkat etmeye başlamış ve basit squat, lunge, yoga ve pilates hareketlerinden kendimce karma yaptığım bir ev programı hazırlamıştım. Kilo kontrolüne heves etmiştim yani. Gebelik başlangıcında ortalama 54 kiloydum. (+,- 500 gr) Doktor ilk kontrolde kiloma bakmamıştı. Ben de heveslisi olmadığım için kontrol etmedim. İlk kontrolden iki hafta sonra gittiğimde sanırım 7. haftadaydı 54.800 gr tartılmıştım. Kıyafetler ile birlikte. Daha sonra, sanırım üç hafta kadar sonra sağlık ocağında tartıldım, orda kilo verdiğimi gördüm. Tartı yine kıyafetlerle 53 küsürü gösteriyordu 12. haftada yine jinekolog kontrolünde 52-53 civarında bir ölçüm yapıldı. Ben de bu ara tartıda 52 sularında gezen değerler görüyorum. Yani kilo verdim ve bu durum içten içe hem kaynanamı hem annemi dehşetlendiriyor. Ama çok da dile getiremiyorlar. Domuz olduğumdan bahsetmiş miydim daha önce?

İlk iki hafta yemek konusunda sorun yaşamadım. Fakat tesadüf mü denir, yoksa olması gereken miydi, eğitimdeydim ve bir otelde kalıyorduk. Akşam üstü bir alışveriş merkezinde gezerken kahve içelim diyerek bir yere oturduk. Ben hafif acıkmıştım, ama akşam yemeğine daha var diye düşünerek kafeinsiz mocha mı ne aldım kendime. Piii, o benim midemi bir kötü yaptı, bir midemi bulandırdı... Sonra otelin bayağılaşan yemekleri, yiyemediğim salatalar, iğrenç mezeler; hepsi kombo oluşturdu ve bir süre gün be gün artarak yemekten soğuma, yemekten zevk almama, yemek istememe problemi başladı. O günden beridir hala bu sorun devam ediyor. Canım özellikle bir şey istemiyor. Geçenlerde ıspanaklı börek istemiştim, anneme gittiğimizde buzluk hazinesinden çıkarttı, hemen ısıttı. Ispanaklı balkabaklı olarak deneysel çalışmıştı, tam olarak aradığım o değildi ama olsundu, beni kesmişti. Köfte, etli yemekler, aşırı yağlı, salçalı yemekler beni rahatsız ediyor. Düz ve olabildiğince sade ve hafif şeyleri çok daha rahat yiyorum. Porsiyonlarım azaldı. Aslında belki de normal zamanda yemem gereken kadarını yiyorum. Hamile olmadan bu durum olsaydı kimseye batmazı eminim. Ama işte, biliyoruz; iki canlı olmak, iki kişilik yemek...

Doktor kilo vermenin herhangi bir sorun oluşturmadığını söyledi. Beş kiloya kadar kilo kaybetmek normal sayılıyor dedi. Nedense için için, kilo kaybetmemin porsiyonların azalmasıyla doğru orantılı olduğunu söyleyince bunu iyi bir şey olarak değerlendirdiğine dair bir algı oluştu bende. Litfen öyle olsun!

Haa, bir de bu muhabbeti yazma gereği nereden çıktı, onu anlatasım var. İşin içinde gıybet varsa, anlatırım hacı.

Geçenlerde kaynanamlara yemeğe gittiğimizde onun gözüyle kuş kadar benim gözümle 1 tam pide yemiştim. Yemekten sonra doktor, kilo ıvır zıvır meseleleri açıldı. Kilo verdim deyince, tam olarak yazı başlığındaki cümleyi kurdu bana. Gözlerimden alevler çıkartmayarak bıdıdı bıdıdı diye anlattım. Tabii ki kendince ikna olmadı. Ama hanfendiliğimi korudum yani.

Ama... Artık gerçekten kendimi hasta gibi hissetmeyip normal standartlarda yemek yiyebilmek istiyorum. Sanki birazcık daha iyiyim, ama yine de bir olmamışlık var.

Bunu da buraya potansiyel annelere söylenmemesi gerekenler başlığına eklenecek bir madde olarak yazabilirim sanırım.

Karışmayın olm!

3 Nisan 2017 Pazartesi

12. Hafta





Aslında benim için çokça değişen bir şey yok. Aynı yorgunluk hali, aynı iştahsızlık devam ediyor. Bir ara özellikle havanın yumuşamasıyla birlikte kendimi daha enerjik, daha mutlu bir insan olarak hissettim. Birkaç gün devam etti. Sonra yine hava soğudu, kapadı ve benim duygu durumumun da aynı şekilde düştü. Artık daha iyi hissetmek istiyorum. Okuduğum yerlerde 13. haftadan sonra yani ilk trimester bitmesinden sonra gebelerin daha rahat olduğuna dair geri bildirimler vardı. Ama bu iş sanırım çoğunlukla şans. Beşinci ayına dek ve hatta gebelik sonuna dek aynı sıkıntıları yaşayan gebeler de var. Genel olarak çok sıkıntı yaşamıyorum; yemek yapmak ve yaptıktan sonra yemek istemiyorum. Ama başkası yaparsa sorunsuz yiyorum. Böyle de değişik bir şey. Demek ki kendime hizmet edilsin istiyorum.

Geriden gelerek yazdığım için, geçtiğimiz perşembe ikili test için kan verdim. Hayınlar, meğer bu da parayla yapılıyormuş! Devlet hastanelerinde alınıyor mu bilmiyorum. Özel muayene yönlendirmesinde daha fazla istediklerini de biliyorum. Ama bu çocuk meselesi şimdiden masraflanmaya başladı. Muayene ücreti ayrı, test ücreti ayrı... Ohooo, bize böyle anlatmamışlardı!

Şaka bir yana; ense kalınlığını ölçtü doktor, onu ölçebilmek için de şiddeti oldukça yüksek depremler oluşturdu karnımda. Ben kedi karnıma yanlışlıkla bastığında "Lan, yavaş!" diye tepki verirken hatun ultrason cihazıyla karnımda horon tepti. Uzun bir süre doğru pozisyonda durmayan çocuğum ve günün son hastasının işini halledip artık evine gitmek isteyen doktor arasında kaldım. Nihayet baktı, ölçtü, biçti, bir sorun olmadığını söyledi. Umarım gerçekten öyledir.

Kan verme ile ilgili ciddi sıkıntılarım var. Kan verdikten sonra hasta oluyorum. Tamamen ruh halimden kaynaklanıyor, fizyolojik bir sıkıntı yaşadığımı sanmıyorum. Ve gebelik rutinlerinden biri haline geldi bu kan verme işi, alışırsam ancak bu zamanda alışırım bu işe. Tam da bu yüzden epidural, damar yolu vb. şeylerden ölesiye korkuyor ve doğal doğumu ümit ediyorum ya.

Doktor başından beri dört günlük bir gerilik olduğunu söylemişti. Sanırım döllenme süreci ile ilgili bir şey.

Genel olarak sıkıntı yok, sorun yok. Şu midem de bir düzelse, yeme düzenim bir kendine gelse...
Keşke...